“Yalnızlığın Kalesi: Şizoid Kendilik Bozukluğu”
Judith PEARSON
Çeviri:
Evrem Tilki
“Yaşamın sayısız tehlikesi vardır ve güvenlik de bunlardan biridir.”
Johann Wolfgang von Goethe
Yalnızlığın Kalesi buz dağının derinliklerinde yer alır; burası Superman’in zenginliklerini ve sırlarını tuttuğu gizli sığınağıdır, buraya kendisini tecrit ederek, dış dünyadan mesafe alır ve kendini korur.
Kendilik bozukluklarına Masterson Yaklaşımıyla ilgili bu sunumda, şizoid kavramının tarihi ve evrimi ile Superman gibi kendisini saklayan bireylerin tanısı, tedavisi ve öznel deneyimleriyle ilgili meseleleri tartışacağım.
Şizoid kendilik bozukluğunun Masterson Enstitüsü tarafından ele alnınan son kendilik bozukluğu olması, bozukluğun kendisini-saklayan özü düşünüldüğünde anlamlıdır. Yani şizoid meseleleri getiren bireyler, tam da doğaları gereği, en son farkedilen, doğru bir şekilde tanılanan ve uygun bir şekilde tedavi edilen kişilerdir.
Ayrıca, her ne kadar İngiliz ekolü literatürü, şizoid bozuklukla kapsamlı bir şekilde çalışıyor olsa da, çağdaş Amerikan psikanalitik teorisi literatürünün büyük bir kısmı, Seinfeld, Modell ve Eigen gibi istisnai durumlar dışında, şizoidin akrabası olan sınır ve narsisitik kendilik bozukluklarının açık ve çığırtkan bir şekilde bekledikleri ilgiye öncelik vermeye can atıyor gibidir. Oysa şurası açık ki, şizoid bozukluğun fenomenolojisi, dinamikleri, intrapsişik yapısı ve tedavisine yönelik ilgi eksikliği, tüm kendilik bozukluklarıyla ilgili bilginin temelinde büyük bir boşluğa sebebiyet vermekte. Bu sorun, şizoid bozukluğun temel dinamiğinin, Ralph Klein’ın Şizoid Dilema dediği şeyin, bütün kendilik bozukluklarında görüldüğü anlaşıldığında, daha da ciddi bir hal almaktadır. Çünkü her bozukluk, bir taraftan bağlılık sunağı uğruna hakiki kendilikten vazgeçilmesini bir şekilde talep eden içselleştirilmiş bir ilişki modeli tarafından yönetilirken, diğer taraftan buna kendilik aktivasyonunun uyandırdığı bağlanmama deneyimi ve disforik duygulanımlar eşlik eder- bu dilemalar sınır durumda terkin yarattığı regresyon veya üzüntü ve öfkeye, narisisistte kendi veya ötekinin kusursuzluğu veya dağılma deneyimine, şizoid bozuklukta ise tutsaklığa veya kendilik-tarafından yaratılmış yalnızlık kalesinin özgür fakat çaresiz tecritine yol açar. Ve birazdan göreceğimiz gibi son durum en kötüsüdür çünkü sınır veya narsisistik bozukluklar ne kadar acılı deneyim yaşasalar da, sınırlandırmaları olsa da, ötekiyle iletişime açık kapı bırakırlar. Oysa şizoid birey, bir hastamın resminde de yansıdığı şekliyle uzayın karanlık ve sessiz derinliklerinde ufacık bir yıldız olarak neredeyse görünmez bir kişidir. Bu resmini Bay M.’ye verip “Bu sensin değil mi?” diye sorduğumda, evet anlamında başını sallayıp demişti ki “Oradayım ve dönüş yok”.
Tarihsel Bilgi
İlk Teorisyenler:
Masterson Enstitüsünün eski klinik direktörü Dr Ralph Klein, Şizoid bozuklukla ilgili yaklaşımları tarihsel olarak inceleyen ve sentezleyen orjinal ve yaratıcı bir çalışma yürütmüştür. Daha sonra çalışmalarını Masterson yaklaşımının her bozukluğu dinamiklerini tedavi stratejilerinin formülasyonunda kullanma yönündeki vurgusuyla entegre ederek, bu bozukluktan muzdarip kişilerin en iyi şekilde anlaşılması için genişletmiştir. Sonuçta, Klein’ın çalışması, Şizoid Kendilik Bozukluğu’ndaki intrapsişik yapı, öznel deneyim, teşhis ve tedavi etrafındaki meselelere şimdiye kadar en fazla açıklık getiren çalışmadır.
Klein, şizoid kavramı ve bozukluğu ile ilgili teorilerin evrimsel izini sürer, kavramın nasıl şekillendiğini ve gerek dinamik gerekse tanımlayıcı psikiyatri geleneklerinin farklı fakat kesşien yönlerini aktarır.
İngiliz Ekolü:
Melanie Klein.
Daha önce bu bozukluk üzerine çalışan kişiler olsa da, teorik olarak işlenmesini sağlayan ana ekol, İngiliz Nesne ilişkileri Ekolü’nün üyeleridir.
Ve bunlar içinden, şizoid terimiyle en sık anılan isim bir başka Klein, Melanie Klein’dır. Ralph Klein onun katkısından bahsederken, şizoid kavramının Melanie Klein için yarılma anlamına geldiğini söyler. Bu mekanizma bütün preödipal bozukluklarıyla ilgili bir mekanizmadır ve dolayısıyla şizoid bozukluğa has özellikleri tam olarak anlamak için yeterli değildir.
Fairbairn:
Farklı bir yaklaşım getirmesi açısından önemli bir isim W. Ronald Fairbairn’dir. Klein’a göre Fairbairn “kişiliğin dikkatini dış dünyadan çok iç dünyaya yönelttiği belirli yönleri üzerinde” odaklanır. Fairbairn psikolojide bir devrim yaratarak, önceliği dürtülerden nesne ilişkilerinin merkeziliğine kaydırmıştır. Fairbairn, Freud’un bağlanmayı dürtü doyumunun bir yan ürünü olarak gören bakışını reddeder. Bunun yerine, bağlanma ihtyiacının kendisinin bir dürtü olduğunu iddia etmekle kalmaz, onun insan davranışını belirleyen temel dürtü olduğunu ileri sürer. “Libidinal hazzın nihai hedefi” der Fairbairn, “nesneye bir işaret levhası sağlamaktır” (1952a,sf.33).
Fairbairn, Nesne ilişkilerinin önceliğini ortaya koyduktan sonra dikkatini çocuksu nesne ilişkilerinin endopsişik yapılar olarak içselleştirilmesine çevirir. Ona göre, ego, annesel eksiklikler nedeniyle yaşanan intrapsişik travmaların sonucu olarak, yarılma yaşar ve doyurmayan ebeveyn nesnesi introjeksiyon yoluyla içeri alınır (1954, sf.107). Ego ve nesnenin yarılmasıyla ilgili dinamik süreç, 3 farklı kısmi-ego/ kısmi-nesne temsili yapısıyla sonuçlanır: uyarıcı kısmi-nesneyle bağlantılı libidinal kısmi-ego, bu, Masterson’ın teorisinde libidinal nesne ilişkileri birimi veya bağlanma birimi ile temsil edilir; antilibidinal kısmi-ego ve onunla bağlantılı reddeden kısmi-nesne, Masterson ve Klein bunu saldırgan birim veya şizoid durumda bağlanmama birimi olarak tarifler; ve Masterson’ın tarifiyle (Fairbairn’in ideal benliğe bağlı merkezi egosuna benzer) hakiki kendilikle ilişkili gerçeklik egosu.
Şizoid dinamikleri geliştirdiği platformu, Fairbairn’in endopsişik yapısına dair kavramları üzerine inşa eder. Bu dinamikler, hastası ve ilham kaynağı Harry Guntrip tarafından tariflenen korkunç dilemadan çıkar: “Şizoid kişi dış gerçeklikteki nesnelerden istemeye, onları aramaya, onlardan almaya veya onlara vermeye korkar. Eğer alırsa, sevgi-nesnesini boşalttığını hisseder; bu nedenle dış dünyasındaki herhangi bir libidinal nesne-ilişkisini riske atmayı göze alamaz. Libidinal ihtiyacı sadece iç dünyasındaki içsel nesnelere yatırım yapar, burada tüketici olduğunu hissettiği ilişkileri dehşet içinde yaşar.” (Guntrip, Pers and Hum 182, sf. 283).
Guntrip, Şizoid Fenomen, Nesne İlişkileri ve Kendilik (IUP ’89) adlı eserinde Fairbairn’in düşüncelerini işleyerek, depresifin nefret tarafından yok edilme korkusu ile şizoid bireyin büyük bir açlık içinde tüketmeye hazır ihtiyaç, arzu ve sevgisiyle nesnesini yok etmek korkusu arasında ayrım yapar.
Guntrip der ki:
“Şizoid, nesnesini arzulanan terk edici olarak yaşar. Veya Fairbairn’in deyimiyle uyarıcı ihtiyaç duyulan nesne olarak yaşar; bu nesnenin peşinden koşmalı fakat ona tamamen sahip olma ihtiyacıyla onu yutmamak veya yok etmemek için geri çekilmelidir.” (sf. 24-25).
Şizoid bireyin içinde nefret ettiklerine değil, yakın olmak istediklerine yönelik tehlikeli ve yıkıcı birşey olduğuna dair duyduğu açık kaygı, terapi odasında da kendini gösterir. Örneğin şizoid bir adam annesiyle ilgili yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Çocukken hep ona yük olduğuma inanırdım ve gerçekten de bana katlanamazdı. Kendisini benden uzak bir odaya kapatırdı. Onun yakınında olmak isterdim, bu yüzden kapının öteki tarafında otururdum, ama asla beni duymasına izin vermezdim ve zamanla tamamen vazgeçtim. Duygularımı kendime saklamayı öğrendim ve odamda oturdum.” Bunu, yalnızlığını yatağının köşesine ağ kurmuş dişi bir örümcekle kurduğu bağ ile azalttığını ekleyeyim.
Bir başka adam ise, karısına kendisiyle ilgili birşeyler söylerken, iç dünyasının derinliklerinde yer alan şeyleri açarsa, karısını yok etmekten korktuğunu anlatmıştı “Aslında ona öyle çok önemli bir şey anlatmıyordum, ama onunla konuşmaya başladığımda sanki odanın içine el bombası atıyor gibi hissediyordum.”
Yakın zamanda uzun yıllardır çalıştığım bir hasta bana şöyle dedi: “insanların yanına gitmeye korkuyorum. Onlarla birlikte olmak istiyorum ama onlara yaklaştığımda çok büyük hissediyorum. Bir canavar gibi hissediyorum, içimde karanlık ve aç bir şey var da benden korkmalarına neden oluyor gibi, bu yüzden kendime kalıyorum.”
Fairbairn, şizoid dinamiklerle ilgili dört temel meseleden bahseder, bunlar bugün de geçerliliklerini korumaktadır. Klein bunları şu şekilde özetler:
“Öncelikle kişilerarası mesafeyi düzenleme ihtiyacı vardır. İkinci olarak, şizoid hasta, özgüvenini ve kendini koruyan savunmaları harekete geçirir. Üçüncü olarak, kaygının eşlik ettiği bağlanma ihtiyacı ile umursamazlık gibi görünen savunmacı mesafelenme ihtiyacı arasında sürekli ve dinamik bir gerilim vardır. Ve dördüncü olarak, dış dünya pahasına iç dünyaya yönelik genel bir aşırı bir değer yükleme görülür.” Yine aynı şeyi görüyoruz.
Klein bu temel temalar hakkında hemfikir olmakla birlikte, Fairbairn’in şizoid dinamiklerle ilgili teorisinin fazla ileri gittiğini düşünür. Öyle ki Kernberg’in sınır patoloji ve Kohut’un narisisistik patoloji hakkında yaptığı gibi Fairbairn’in de şizoid patolojiyi nevroz ve psikoz arasındaki bütün alanı içerecek şekilde fazlaca kapsayıcı tuttuğunu düşünür.
Guntrip and Klein: Dokuz Şizoid Faktör:
Gördüğümüz gibi Guntrip, sadece Fairbairn’in teorilerini anlatmakla kalmadı, şizoid bozukluğun sınırlarını çizecek dokuz özelliği tanımlayarak bu durumu düzelten önemli bir teorisyen oldu. Bu özellikler Klein tarafından klinik kullanımları kolaylaşacak şekilde sadeceleştirilmiştir:
Kendi ev ve aile yaşantılarını neredeyse hiç anlatmayan, sessiz kalmayı veya daha entellektüel konulardan konuşmayı seçen pekçok şizoid hastam oldu. Örneğin bir hasta biraz da alaycı bir şekilde şöyle demişti: “Düşünüyorum da yaptığım bütün bu çalışmadan sonra gündelik meslelerden bahsetmek konusunda neredeyse rahat hissediyorum.” Libidinal enerjisi yaratıcı bir faaliyet etrafında şekillenen başka hastalarda, sınır veya narsisistik olanların aksine, çalışmaların sonuçlarını görmek için yıllar geçmesi gerekebilir.
Baskıcı bir ülkeden gelen mülteciler gibi, şizoid kişiler de libidinal olarak yatırım yaptıkları içsel nesnelerini, potansiyel olarak tehlikeli, ihmalkâr veya yıkıcı olabilecek şeylerden uzak tutarak gizlerler. Bu nedenle örneğin gayet zeki ve yaratıcı fikirlere sahip olan ancak temel meselesi ile ilgili neredeyse hiçbirşey dile geitrmeyen Bay O. şöyle demişti: “Uçurumun kenarına geliyorum, ama ne zaman projeyi hayata geçirmeyi düşünsem, kafamdaki ses yeterince iyi olmayacağını söyleyip duruyor.”
Ona şöyle demiştim: “Söylediğiniz bana ilginç geldi. Neyin ve kimin için yeterince iyi? Çünkü biliyorum ki çoğu zaman insanların ne düşündüğü umurunuzda bile değil.” Durdu ve dedi ki: “Hep çocukken annem için yaptığım resim çerçevesini düşünüyorum. Nasıl parçalara ayrıldığını ve bir işe yaramadığını. Hiçbir zaman onun için yeterli olduğunu hissettiğim birşey yapamadım.” Onu şöyle yanıtladım: “ Biliyor musunuz yanılıyor olabilirim ancak düşünüyorum da belki de yeterli hissettirmeyen sadece nesneler değil kendinizdiniz. Çünkü ne kadar çabalarsanız çabalayın, ne yaparsanız yapın, ne kadar çok şey yaparsanız yapın, hiçbir zaman sizi sevmesini sağlayamayacağınızı hissettiniz. Bu nedenle bana öyle geliyor ki fotoğraf çekmeyi, heykel yapmayı, kelebek bahçesi tasarlamayı veya başka bir şeyi düşünürken, bu size çok tekinsiz geliyor, sanki bir kısmınızı teşhir ediyorsunuz ve yara alacak ve yetersizlikle yargılanacaksınız. Üç yaşında, küvetin içinde çıplakken annenizin onun kadar hassas olduğunuzu söylediği zamanki gibi, hiçbir zaman büyümeyecek ve babanız kadar güçlü olamayacaktınız.”
b. İkinci özellik olarak Guntrip, şizoid bireyin geri çekilmesini tarif eder. Guntrip bunu, dış dünyadan ayrılma, kopma olarak tanımlar. Klein Guntrip’in tartışmasını genişleterek, hastanın geri çekilmesinin görüntüden anlaşılamayacağını, hastanın öznel deneyimiyle ilgili birşey olduğunu vurgulamıştır. Der ki: “açık bir şekilde çekilme gösteren pekçok şizoid birey vardır ancak bu kişilerin ancak bu tanımlamanın küçük bir bölümünü oluştururlar. Temelde şizoid olan ancak etkileşimli bir Kendilik tarzı gösteren pekçok kişi vardır. Bu hastalar gizli şizoid kategorisine girerler.”
Kendi pratiğimde, özellikle bir gizli şizoid adamı hatırlıyorum. Evli, çocuklu başarılı, arkadaşları tarafından sevilen bir avukat. Başlarda orta dereceli teşhirci narsisistik bozukluktan muzdarip olduğunu düşünmüştüm. Ancak zaman geçtikçe, görüşlerimi değiştiren deneyimlerini anlattı. Annesinden bahsederken, bana Dr. Strangelove’daki generali hatırlatan bir fantazisinden bahsetti, kadınların ondan özünü çalacağına dair kaygıları vardı. Bir gün şöyle demişti: “Bazen onun geceleri erkeklerin rüyasına girerek onlarla cinsel ilişkide bulunan dişi şeytanlardan olduğunu düşünürdüm. Onu Alacakaranlık Kuşağı’ndaki adamları yakalayıp, onların kanlarını içerek genç kalırken, adamların giderek yaşlanmasına, kurumasına ve sonunda ölmesine neden olan kadınlara benzettiğim fantaziler kurardım.”
Şu anki hayatında işten eve döndüğünde, karısı ve çocuklarını keyif verici buluyordu ancak diyordu ki:” En sevdiğim şey TV odasına gidip, kendi kendime oturmak ve şovlarımı izlemek”. Sosyal yaşamını ise şöyle tarif etmişti: “Partilere giderim, ancak oradayken uyuşuk ve dışında hissederim, ama suratımda güzel bir ifade vardır.” Biraz düşündükten sonra da eklemişti: “Aslına bakarsanız, insanların neden bir araya gelip sosyalleştiğini gerçekten anlayabilmiş değilim.”
c. Guntrip tarafından ele alınan bir sonraki özellik ise narsisizmdir. Bu özellik, şizoid bireyin bütün nesneleri içeride tutmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Klein, şizoid bireyin narsisizmiyle ilgili eklemelerde bulunarak: “Şizoidin narsisizmi kendini kapsama kapasitesi ile ilişkilidir. Kendiliği kapsama kişinin içsel duygu durumunu, özellikle de kaygı ve depresyonunu belli sınırlar içinde tutarak düzenleme yetisidir. Bu Disforik duygudurumunu regülasyon becerisi, sınırda ve narsisistik bozuklukların tersine, şizoid bozuklukta özellikle belirgin ve gelişmiştir. Herhalde, kendi kendine kalma kapasitesi şizoid kişiden daha yüksek olan yoktur.” Der ve şizoid hastaların büyük bir kısmının kendi kendilerine ebeveynlik etmek zorunda kaldıklarını belirterek şu dipnotu ekler: “Şizoid bu temel duygulanımları kendi kendine düzenlemeyi öğrenmek zorunda kalmıştır çünkü başka şansı yoktur.”
d. Kendine-yeterlilik: Klein der ki:”Şizoidler ne kadar kendilerine dayanırlarsa, ötekilere o kadar az ihtiyaç duyarlar ve bu yaslanma ihtiyacı, daha da kötüsü bağımlılık ihtiyacıyla ilintili potansiyel tehlike ve kaygılara o kadar az açık hale gelirler. Şizoid bireylerin büyük bir bölümü kendine yeterlik, kendi kendilerine yaşama, bağımsız ve otonom olarak kendi dünyalarını kurma konusunda inanılmaz bir beceriye sahiptirler.
Bu bağlamda, kocasını genç yaşta kanserden kaybetmiş 47 yaşında bir şizoid kadını hatırlıyorum. Hastalığının ilerleyen aşamalarında, Bayan A., bütün telkinlere rağmen kocasını hastaneye göndermeyi reddetmişti. Boyu ve kilosu çok az olmasına rağmen, ona bakmayı becermiş, onu yatağından kaldırıp tuvalete taşımasına yardımcı olan bir makara sistemi sayesinde banyosuna kadar yaptırmıştı.
Bunun gibi hikayeler, ki şizoid hastalar arasında sıkça görülebilir tablolardır, şizodi hastalardaki dayanıklılık ve adaptasyon kapasitesinin ne kadar yüksek olabileceğini düşündürüyor bana. Masterson’a göre karakter yazgıdır, ancak yazgının kendisi, çevre, kader ve mizaç şeklinde de karakteri belirler. Öyleyse soru, şizoid bir kişinin doğuştan donanımlı olmadan şizoid hale gelme ihtimale var mıdır?
Private Self isimli kitabında Arnold Modell, Klein gibi, Hegel’in efendi/köle diyalektiğini düşünülmesi gereken bir paradoks olarak görür ve insanın kendi içindeki gücü bulma kapasitesi üzerinde düşünür. Der ki: “Özel kendiliğin hayati önemini vurgularken, kendiliğin büyük oranda sosyal bir kendilik olduğuna dair yaygın kanıyı düzeltmeye çalışıyorum. Çağdaş yazalardan çoğu, kendiliğin sosyal desteğinin önemini fazla abartmakta, kendiliğin içten gelen gücünü küçültmekte veya yok saymaktadır. Çoğu yaşam deneyimlerinin de gösterdiği gibi, korkunç travmatik çocukluklardan geldikleri halde bir devamlılık ve tutarlılık taşıyan bir kendilik yaratmayı ve korumayı başarmış kişiler vardır. Bana öyle geliyor ki kendilik-psikologlarının durmadan tekrar ettikleri görüş, yani kendiliğin onaylayan kendilik nesnelerine oksijen kadar ihtiyaç duymaları, yanıltıcıdır. Sosyal kendiliğin özel kendiliği yok sayma pahasına aşırı vurgulanması sosyal psikologların da yaptığı birşeydir. Onlara göre kendiliğin içeriden gelenler yoluyla değil, sadece kültürel anlatılar yoluyla edinilir.”
Öyleyse insan sormadan edemiyor: Modell ve Klein’ın daha dayanıklı dediği bireyler eğer içsel bir güçleri olmasa idi, çok daha korkunç bir psikiyatrik kader onları bekliyor olmayacak mıydı?
e. Üstünlük hissi: Kendine-yeterliliğin doğal bir sonucu olarak, kimseye ihtiyacın olmadığını bilmenin üstünlüğü ortaya çıkar. Guntrip’in sözleriyle “Kişinin öteki insanlara ihtiyacı yoktur, onlarsız da yapılabilir. Buna da öteki kişilerden farklı olduğuna dair inanç eşlik eder.”
Alkolik bir annenin en büyük kızı olan hastalarımdan biri,üstünlük ve farklılık duyguları içinde şöyle diyordu: “Çocukken farklı olduğumu biliyordum. Öteki çocuklar dışarı çıkıp oynarken, ben eve dönüp anneme ve küçük kardeşime bakmak zorundaydım. Bazen onlarla kalıp oynamak isterdim ama çoğu zaman çok çocukça gelirlerdi ve onlardan çok daha yaşlı hissederdim.”
f. Duygulanım kaybı: Guntrip kendini-kapsama ve kendine-yeterliliğin bedelinin duygulanım kaybı olduğunu söyler.Duyarlılığın güvenlik uğruna feda edildiğini belirtir. Zaman zaman, bu tip bir duygulanım kaybı, soğukluk olarak algılanabilir, örneğin, hastalarımdan biri ölmek üzere olan kız kardeşiyle ilgili olarak duygularını- daha doğrusu duygusuzluğunu şu şekilde anlatmıştı: “Birşeyler hissetmem gerektiğini biliyorum, ama çoğu zaman hissetmiyorum, bu yüzden ne hissetmem gerektiğini bulup gerçekten o şekilde hissediyormuş gibi davranmak zorundayım. Bu beni tüketiyor.”
Bu anlamda şizoid bireyin bağlantısızlığının bedeli hem iç hem de dış dünyanın boşalması ve sakatlanmış ve hasarlı bir kendilik duygusur. Şizoidin bağsızlığı, tuzaktan kurtulmaya çalışan tilkinin kendi patisini koparmasına benzetilebilir.
g. Yalnızlık: Kendi içine dönmenin kaçınılmaz bedeli yalnızlık ve özlemdir. Çoğu şizoid birey bağlanma umudunu yitirmiş ve kendi izolasyonları içinde sessizce yaşamaktadır. Ancak bunlar genellikle hasta olarak ortaya çıkmazlar çünkü şizoidi tedaviye getiren şey ilişkiye duyduğu özlemdir.
Burada şunu da eklemeliyim ki terapötik ilişkinin yapısı, hem daha derinden bağlanmak için hayal kırıklığıyla dolu bir arayış hikayesi hem de bunun asla gerçekleşmeyeceğine dair duyulan güvenlik hissinin yaşanması için kusursuz bir ortam sağlar. Çünkü früstürasyonu tetikleyen sınırlar aynı zamanda hakiki bir yakınlığa karşı savunma işlevi görür. Burada terapist tarafından dikkatli bir şekilde izlenmediği takdirde, terapiye girmenin kendisi, ilişkiye benzeyen ancak aslında dış dünayda ilişkiye girmenin karşısında savunmacı bir geri çekilmeden başka bir şey olmayan, gelişmeye kapalı bir anlaşma haline gelebilir.
h. Daha sonra Guntrip şizoidin depersonalizasyon savunmasını tanımlar. Ona göre bu, kişiye aslında duygusal olarak orada olmadığı halde bir yerlerde olmasına izin veren disosyatif bir mekanizmadır. Gözleyen ve katılımcı ego arasındaki bölünme kendiliği aşırı uyarılma ve kaygının yol açtığı duygusal fırtınalara karşı koruyan afektif bir kendilik regülatörü işlevi görür. Yaşadığı depersonalizasyonu tarif eden bir hasta demişti ki: “Dışarı çıkmam gerektiğinde etrafıma bir duvar örüyorum. Ancak bu şekilde caddeden yürümeye başlayabiliyorum.”
i. Regresyon: Guntrip’in değindiği son özellik regresyon dediği şeydir. Guntrip regresyonu şu şekilde açıklar: “Şiozid kişi derinliklerinde dış dünyaya karşı dehşete düşmüş durumdadır ve ondan kaçmaya çalışır, sanki ana rahminin güvenliğine kadar geri gitmek ister. Örneğin pek çok şizoid hasta çocukken masaların altında, dolaplarlarda veya odalarını köşelerindeki küçük kapalı mekanlarda oturduklarını anlatırlar. Bir hasta, bir bağlanma anında Guntrip’in teorisine açık bir gönderme yaparcasına şöyle demişti: “Keşke sizin rahminizde tekrar hayata başlayabilseydim. Belki o zaman daha iyi bir şekilde dışarı çıkardım”.
Klein’ın Tanısal Şeması
Klein Guntrip’in çalışmasını sadeleştirerek, yukarıdaki dokuz özelliği üç grupta topladı. Bunu yaparken, bu özelliklerin hepsi olmasa bile çoğunun şizoid bozukluk tanısı koymak için bir dereceye kadar var olması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, tarifleyici psikiyatri terimleriyle konuşursak, bu özellikleri gösteren hastalar DSM’ye göre ya şizoid ya da çekingen Kendilik bozukluğu tanısı alırlar. Ancak daha önce de belirtildiği gibi Klein üçüncü bir tanı kategorisi getirir- gizli şizoid ki ancak hastanın kendi öznel deneyimini anlattığında saptanabilecek bir durumdur. Bu nedenle DSM’nin tarifleyici krtierlerinde göre farkedilmemiş pek çok şizoid hasta olma olasılığı yüksektir.
Salt Şizoid Grup:
Klein’ın salt şizoid grup diye tariflediği ilk grubu hastalığın varlığını kanıtlamakta gerekli fakat yetersiz bir gösterge olarak görür. Bu gruba has özellikler, geri çekilme, içe dönme ve duygulanım noksanlığıdır. Klein’ın sözleriyle bunlar, “şizoid hastanın ötekiler karşısında güvenli ve süreğen bir kişilerarası mesafe tutturabilmesinin en doğrudan ve açık ifadeleridir.” Ve bu özellikler hem açık hem de gizli şizoid bireylerde tanısal kriterlerdir.
Sahte Narsisistik Grup:
Klein daha sonra sahte narsisistik grup dediği, narsisizm, kendine-dayanma ve üstünlük özelliklerini taşıyan grubu tartışır. Hastaların ilk görünüşleri terapiste narsisistik bozukluk gibi görünse de, Klein’a göre bu görünürdeki üstünlük hisleri, ötekilerden belirli bir mesafe alabilmek için ihtiyaç kurdukları özerklik ve bağımsızlığın bir yansımasıdır. Dolayısıyla sahte narsisistik şizoid grup ile hakiki narsisistik bozukluk arasındaki en önemli fark, altta yatan motivasyondur. Öyle ki, narsisist zenginlik, güç ve güzellik ister veya idealize edeceği birini ister. Oysa şizoidin amacı ötekilerden üstün olduğu hissiyle kendine güvenli bir alan yaratmaktır; onlardan daha iyi olmak için değil, onlara yaslanmak zorunda kalmayacak kadar güvende hissetmek için.
Sahte Sınır Grup:
Klein, sahte sınır grubu yalnızlık, regresyon ve depersonalizasyon özellikleri gösteren kişiler için kullanır. Der ki: “Bu özellikler, daha aktif olarak geriye çekilme halinde olan ve ilişkiler dünyasından kopukluk yüzünden en fazla tehdit altında hisseden hastalarda görülür.”
Bu hastaları sınırda hastalardan ayırırken, sınırda hastalarda bu özelliklerin nesneyi daha yakına getirme, şizoid hastalarda ise ötekilerle arada rahat edilebilecek bir mesafe kurma işlevi gördüğü hatırlanmalıdır. Klein’a göre: “Sahtesınır şizoid hasta ötekilere katılmak yönündeki isteksizliğinin onlara katılma hakkını kendinde görmeyişinden kaynaklandığını düşünür (çünkü) sahtesınır şizoid hastanın bir canavar ya da bir ucube gibi hisseden bir kendilik-temsili vardır” ve “ Sınırda hastalarda da bu duygu vardır ancak kötü hissetmelerinin sebebi, suçlu, yetersiz, yenik, kötü veya önemsiz ve sevgiyi haketmediklerini düşünmelerinden kaynaklanır, oysa şizoid hastalar kötüdürler çünkü farklı, garip, ötekilerden ayrı ve sevgiyi deneyimleyemeyen olduklarını düşünürler.” Bay O demişti ki: “Heykelimi yapmayı düşündüm ama eğer bunu yapsaydım var olma hakkım var demiş olacaktım ve bu cümleyi kurabileceğimden emin değilim.”
Gelişimsel Faktörler:
Şizoid bozukluğun göstergeleri olan bütün tanımlayıcı faktörleri topladığımızda, şizoid bozukluğun bir arzu bozukluğu olduğu sonucunca varırız. Guntrip der ki, depresyon aşktan yapılmış öfkedir. Şizoid ise aşktan yapılmış açlıktır. Ancak bu açlık, ne kadar yoğun olursa olsun korunulması gereken bir açlıktır. Peki neden? Bu şekilde sonuçlanması için hangi gekişimsel faktörler rol oynamış olabilir?
Klein’a göre şizoid rizk taşımayan veya tehlikeli olmayan bir iletişim yönteminin mümkün olduğuna dair en ufak bir inancı yoktur. Bu nedenle, şizoid birey, her zaman, iletişimsizlikten kaynaklanan Winnicott’un temel ilkel can çekişme hali dediği veya düşünülemeyecek kadar büyük bir kaygı halini deneyimleme tehlikesiyle yüzyüzedir.
Winnicott’un ileri sürdüğü bir paradoks vardır: “Her birey izole, tamamen iletişimsiz, tamamen bilinmez, ve hatta, bulunmazdır” der. Ancak sonra da yalnızca bir bebekten bahsedemeyeceğimizi, ancak annesiyle bağlantıda olan bir bebekten bahsedebileceğimizi ileri sürer. Ve her ne kadar herkesin hakiki kendiliği aslında yalnız ve iletişime geçilemeyen olsa da, var oluş ötekinin varlığında yalnız olabilmekten çıkar.
Şizoid bozukluk, yalnızlığın, ötekinin varlığı ile kırılmaması durumunda olandır çünkü Ed Tronick’in açıcı terminolojisiyle, buluşma anında karşılaşma olmamıştır ya da öyle bir karşılaşma olmuştur ki bu, bozukluğu olan bireyin öznel deneyimi, kaçınılmaz olarak ve tekrar tekrar hakiki kendiliğe gelen yıkıcı ve yutucu bir hasar olmaksızın ötekiyle iletişimin mümkün olmadığıdır.
Gelişimle ilgili meselelerde Klein, hapsolmak fikrinden kurtulur, bunun yerine ebeveyn ve çocuk arasında var olan bağlanma koşullarının etkisine odaklanır, buna huy ve yaşamın getirdiklerini de katarak, karakterin oluşumunu bunlara bağlar. Gelişimsel tezi, fazlaca kullanılan sembiyoz terimini ele alarak başlar. Sembiyozun çocuğu, iki görevle başbaşa bıraktığını söyler; kendiliği dış gerçeklikten ayrımak, ki şizoid de dahil psikotik olmayan bütün kendilik bozuklukları için önkoşul budur, ve içselleştirilmiş kendilik-temsillerini içselleştirilmiş nesne temsillerinden ayırmak, ki bu da karakter oluşumunun kalbinde yer alan ayrışma-bireyleşme süreciyle ilintilidir.
Bu süreçlerin şizoid bozukluğun oluşumunda nasıl işlediğini tariflerken, Klein, hem Mahler hem de Stern’in çalışmalarından yararlanarak, her iki gelişim paradigmasında da çocuğun içselleştirilmiş kendiliği nesne temsillerinden ayırma kapasitesine ulaştığında bir noktaya ulaşıldığını anlatır. Daha önce de gördüğümüz gibi Mahler bu döneme Raproşman altevresi der. Klein “ Raproşman (yeniden yakınlaşma) alt evresinin anlamı, çocuğun gelişimsel olarak ötekinin otomatik olarak kendisi gibi düşünmediği ve hissetmediğini farketmesidir.” der. Stern’e göre aynı gelişim, çocuk öznel kendilik deneyimleriyle ilgili kapasitelerini edindiğinde gerçekleşir. Bu da ben ve ötekinin farklı öznelliklerinin olduğu ancak bu farklı niyetlerinin, fikirlerinin veya duygularının ötekine iletilebileceği veya onunla paylaşılabileceği önermesi etrafında şekillenmiştir. Bu nedenle, öznel kendilik deneyiminin temel varsayımı ayrı fakat kesişebilen zihinlerin öznel kendilikleri olduğudur.
Çocuğun ayrı fakat kesişim halinde durmak gibi iki görevi vardır. Sınır durum için ayrışma üzerinde dururuz ancak ayrışma-bireyleşme sürecinde aynı derecede önemli olan diğer boyut, bağlantı kurmak içim farklı iletişim yolları bulmaktır. Öyleyse soru şudur; ayrışma geçekleştikten sonra geri dönüş yolu nedir? Masterson, sınır ve narsisistik Bozukluklardaki iletişim yollarını net bir şekilde resimler ancak Klein der ki: “Şizoid birey için temel mesele iletişim sürecinin kendisidir. Çünkü şizoid bireyin deneyimi, herhangi bir iletişim çabasının taciz, veya açık ihmalle son bulmasıdır.” Şizoid bireyin öznel deneyimi, aile sistemi içinde sağlıklı veya patolojik canlı bir varoluş değildir, bunun insandışı, Kendiliksizleşmiş bir işlevi vardır: bu işlevin bir amacı vardır ve sonra da arka raflara kaldırılır:
Şiozid Kendilik bozukluğu olan kişiler, lambadaki cin gibi, ihtiyaç duyulduğunda çağrılır, sonra unutulurlar. Bu nedenle bu çocukların iç dünyalarında yalnızlık ve kişilerarası sıcaklık veya kılavuzluk ışığından mahrum bir halde karanlıkta yollarını bulamamanın yarattığı kafa karışıklığı vardır. Elli yaşlarında sahtesınır şizoid bir hasta şöyle demişti: “Hergün azar azar ölüyorum. Ruhumu canlı tutmak öyle güç ki ve bunu beş yaşımdan beri yaşıyorum ve bunu daha ne kadar yapabilirim bilmiyorum.” Sonra sesini yükselterek ve dimdik yüzüme bakarak devam etti: “ Biliyorum ki beni ancak bir kişi, örneğin bir terapist kurtarabilir. Beni alıp alışverişe götürecek ve bu kadar izole yaşadığım için öğrenemediğim temel şeyleri bana öğretecek ve insan olmak için ihtiyacım olan araçları bana verecek biri.”
Klein şizoid’in insandışılaşma deneyiminin hastalar tarafından genellikle benzer metaforlar yoluyla dile geldiğini söyler. Bunlardan bazıları kukla, android veya köledir. Örneğin erkek bir hasta, Günden Kalanlar filminde şizoid hizmetkârı canlandıran Anthony Hopkins’e gönderme yaparak şöyle demişti: “Onda kendimden çok şey buldum. Ailem için Hudson bendim, şimdi de eşim için Hudson’um”.
Orta sınıf bir aileden gelen genç bir kadın hasta ise kendini ve dört kardeşini “annemle babamın ihtiyaçlarını karşılamaya hazır bir hizmetkârlar ordusu” olarak tarif etmiş ve henüz yedi yaşındayken ailenin yemeklerini hazırlamakla yükümlü olduğunu anlatmıştı. Sonra da hüzünlü bir şekilde yakın zamanda annesiyle aralarında geçen bir konuşmayı aktarmıştı: “ Annemle konuşurken konu çocukluğuma geldi ve bana beni o kadar mutsuz eden şeyin ne olduğunu sordu…ben de küçükken birinin benimle sohbet etmesini ne kadar çok istediğimi söyledim ve cevabı suratıma bir tokat gibi çarptı… Dedi ki 7 yaşında bir çocukla ne hakkında konuşabilirsin ki…”
İntrapsişik Yapı:
Klein’ın şizoid bozukluktan muzdarip bireylerin intrapsişik yapısu ve varoluşsal dilemalarıyla ilgili çizdiği resim, Private Self isimli eserde Modell tarafından işlenen Hegelci paradoksu yansıtır. Modell’e göre Hegel sadece şizoid bireylerin değil, tüm bireylerin, içlerinde bir yarılmayı yaşadıklarını söyler. Bu yarılma, bir tarafta özerklik ihtiyacı diğer tarafta ise sosyal dünyada katılımcı olma ihtiyacı olan dilemayla ilgilidir. Bu dilemayı işlemek için Hegel efendi/köle paradigmasını ileri sürer. Ona göre kişinin oynayacağı rol arzunun öğesi tarafından belirlenir. Efendi, kendine yeten ve ötekini arzulamayan, üstün olan ancak öznelerarası öğrenmeden mahrum kalandır. Köle ise, ötekini arzular, itaat edendir, ancak insani etkileşimle gelen gelişme kapasitesini her zaman içinde barındırır.
Hegel’in diyalektiği tüm bireyler tarafından çözülmesi gereken evrensel bir paradoks olarak sunulur. Ancak şizoid bozukluğu olanlar için, arzunun tehlikelerinden kaçınmak için bir yol olarak kendine yeterlilik halini seçmek, Ulis’in sirenlerin şarkılarıyla boğulmaya mahkum olmaktan kurtulmak için kendini geminin direğine bağlatması kadar kaçınılmaz bir gereklilik olur. Klein, şizoidin intrapisişik dünyasını, şizoid bireyin Hegelyen dilemasıyla ilgili yaşantısı ve ona getirdiği çözüm açısından kavramsallaştırır. Dolayısıyla şizodin içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin, yarılmış iki defansif nesne ilişkileri biriminden oluştuğunu söyler. Bunlardan biri efendi/köle ilişkisinde, kukla veya köle olan kısmi nesne, diğeri ise gaspeden veya yöneten efendi olan kısmi nesnedir. Eşlik eden duygulanım ise kuşatılma veya gaspedilme ama bağlantıda kalma halidir. Hastalarımdan biri, annesinin kendisinin kız arkadaşıyla ilk tanışmasından önce oldukça kaygılanmış olduğuna dair bir yorumuma karşılık olarak şöyle demişti: “Evet, kaygılandığını biliyorum. Ama bundan fazlası da var. Sanki bizi yutmak istiyormuş gibi, öyle bir hali var.”
Klein’ın bağlantısızlık birimi dediği saldırgan birim, sadist, mahrum bırakan ve tehlikeli bir kısmi-nesne temsili ile yabacılaşmış, yalnız ve sürgünde bir kısmi-kendilik temsilinden oluşur. Burada eşlik eden duygulanım ise depresyon duygularının, kozmik yalnızlığın, yararsızlık hissi ve çaresizliğin çok yoğun yaşandığı terk depresyonudur. Bir hasta, Klein’ın şizoidin sürgüne kaçışının çok erken dönemde ve bilinçli bir şekilde gerçekleştiğiyle ilgili gözlemini teyit ederek şöyle demişti: “Annem soğuktu babamsa bana eziyet ederdi. Henüz altı yaşında bile değildim herhangi bir konuda onlara güvenmemem gerektiğine karar verdim ve eğer güvenirsem bunun beni yok edeceğini anladım. Ama temasımı kopartalı o kadar uzun bir zaman oldu ki artık insanların arasına tekrar katılabileceğime inanmıyorum. Ve bunun daima bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum çünkü zaten insani temaslara uygun değilmişim gibi geliyor.”
Şizoid Uzlaşma ve Şizoid Fantazi Kullanımı:
Şimdiye kadar sınır durumdaki kişinin bakılmak istediğini, Narsisistik kişinin ise idealize eden veya aynalayan kaynaklar aradığını gördük; şizoid bireyin temel ihtiyacı ise güvenliğin korunmasıdır. Bunun için kendini, Scylla’nın bağlanma ve beraberinde getirdiği sadizm ve gaspetme riski ile Charybdis’in mutlak izolasyonu arasında bir noktada konumlandırır. Şizoid bireyin bu dilema karşısındaki tutumu Guntrip’in kavramsallaştırmasıyla sürekli içeride ve dışarıda olma arasında gidip gelen bir varoluştur.
Şizoid dinamiklerin bu özelliğini şizoid bireyin davranışlarında da görmek mümkündür. Örneğin sürekli oturdukları yeri, işlerini değiştirirler, veya birden fazla iş veya eşleri olur; hatta daha sıklıkla bir tek yere veya ilişkiye kıstırılmış yaşarken, diğerleri hakkında fantaziler üretirler. Tedavide, şizoid hasta bu dinamikleri terapistle arasındaki mesafeyi koltuğunu hareket ettirip değiştirerek, seans saatlerini değiştirerek veya terapistin koyduğu çerçeve tarafından sıkıştırmaktan kurtulmak için seans sıklıklarını değiştirerek veya paylaştığı malzemelerde sürekli ufak tefek değişiklikler yaparak gösterebilir. Bu defansif ölçütler şizoid bireyi fazlaca içeride veya fazlaca dışarıda olmaktan korusa da, bağlanma ve izolasyonla ilgili tehlikeyş bertaraf etmek için kullandığı en güçlü korunak kendi hakiki varoluşunu iç dünyasında fantazilerinde yaşamaktır. Bu alan terapist de dahil ötekilerden korunaklı bir şekilde saklanabilir. Bu nedenle şizoid hastanın içinde, dışarıdan farkedilmeyen, size, terapistine yakın olma fantazisi olduğundan emin olunabilir. Oysa dış dünyada savunma olarak gerçek bir ilişki kurmamış gibi görünür.
Örneğin, bir meslekdaşım, odasına gelip başı önünde oturarak sessiz bir şekilde seanslar geçirdiği şizoid bir hastasından söz etmişti. Terapide hiç bir ilişkiye girmiyor gibi gözükmesine rağmen bu kişi, dışarıda iş hayatında küçük kazanımlar edinmeyi başarmış hatta ufak bir sosyal hayat kurma denemelerine girişmişti. Terapistin hastasıyla konuştuğu tek şey ücret olmuş, seansların büyük bir kısmında sessiz kalmış, bir kere de tedavinin hastası için anlamını sormuş ve “iyi” cevabı almıştı. Yıllar sonra bir gün hastası seansa gelip terapiye başladığı dönemde yazmaya başladığı günlükten sözetti. Burada sürekli olarak terapistiyle yaptığı diyalogların fantazilerini kuruyordu. Oysa bu diyalog o ana kadar seans odasında bir kez bile gerçeklemiş değildi.
Guntrip şizoid evrende fantazinin merkezi konumunu, şizoid bireyin dış nesnelerin dünyasından, iç nesnelerin fantazi dünyasına çekilmesi olarak açıklar. Bu, büyük bir korkunun sonucu bir dizi regresif adım sonucu gerçekleşir ve görünürde daha korunaklı olan iç nesneleriçi dış nesnelerden feragat edilir. Gerçekte, bu geri çekilmenin kendisi de tehdit edicidir çünkü içsel kötü nesneler tarafından zarar görme endişelerine yol açar ve gerçek nesneler dünyasıyla temas kesildiğinden depersonalizasyona sebebp olur. Böylelikle Guntrip’in de tarif ettiği gibi “egoyu zarardan korumak için içeriye kaçma çabası onu başka bir şekilde kaybetmek gibi daha büyük bir tehlikeyi beraberinde getirir.” Ancak Guntrip’e göre fantaziler, zarar verici, kısmi nesne veya ensestüel olsalar bile, nesneyle ilişkide kalma mücadelesinin işaretlerini verdiklerinden umut vaadederler. Bu nedenle, bütün nevrotik ve kendilik-bozuklukları psikopatolojileri, öteki ile ilişkide kalınacak bu dünyada doğma ve hayatta kalma arzusu olarak görülebilir- libidinal arzunun(ki nesneye yönelmiş olandır) hâlâ var olduğu bir dünyada.
Ancak arzunun bittiği, libidonun solduğu yerde, nesne-ilişkili bir öfkenin azar azar kaynadığı bir depresyon şeklinde değil, şizoid bir korku ve dehşet ve gerçek veya fantazi iletişimin bütünüyle koptuğu insansızlaşmış bir boşluk olduğunda, ortaya çıkan duygu çaresizliktir, arzulanan durum ise rahme geri dönüp, doğum öncesi ölümle eşdeğer olan bir varoluş halidir. Guntrip der ki: “rahim fantazileri doğum sonrası nesne ilişkilerini iptal eder; meme ve ensest fantazileri bunu yapmaz. Bu durum, gücünü ve kendi gerçekliğini büyük ölçüde nesne ilişkilerinden alan ego için önemli bir fark yaratır. Rahme geri dönme hayattan kaçmadır ve hayatta kalma mücadelesi anlamına gelen meme ve ensest fantazilerinden vazgeçmek demektir” (53).
Burada, tüm şizoid regresif durumların en yıkıcı olanı, intihardır, öfkeden değil ama yaşama amacı olmadığından. Hastalardan birisi ergenlik dönemindeki bir intihar girişimini şöyle anlatmıştı: “Hiçbirşey olmadı, yani o gün diğerlerinden farklı hiçbirşey olmuş değildi, erkek arkadaşımdan ayrılmamıştım, okul iyi gidiyordu, annemle babam aynıydı. Sadece bir anlamı yoktu, yaşamak çok yorucu gelmişti.”
Psikoterapi:
Bütün kendilik bozukluklarında olduğu gibi şizoid Kendilik bozukluğu ile çalışan bir terapistin temel görevi aktarımda eyleme dökmeyi aktarım ve terapötik işbirliğine dönüştürecek şartları oluşturmaktır. Şimdiye kadar gördüğümüz gibi bütün kendilik bozukluklarında etkin tedavi için önkoşulları oluşturan temel bazı prensipler bulunur ve terapötik nötralite, terapötik çerçeve ve duruş bunların içinde yer alır. Bunlar tüm tedaviler için geçerlidir. Tedavilerin birbirlerinden farklılaştıkları nokta her bozukluk için tasarlanmış ve hasta tarafından değişimin en iyi şekilde sağlanacağı şekilde duyulacak ve entegre edilecek bazı müdahale biçimlerinde başlar.Sınırda hasta için bu müdahale biçimi yüzleştirmedir. Böylece güçsüzleşen ego desteklenmiş olur. Narsisistik hasta için narsisistik kırılganlığın Aynalayan Yorumudur. Böylece hasta terapistin empatik olarak uyumlu olduğunu bilir. Şizoid hastanın terapistin uyumlu ve farkında olduğunu anlaması için şizoid dilemasının, ihtiyaç –korku şartlarıın yani hasta fazlaca yakınlaşırsa terapistin onu yakalayacağı ve köleleştireceği veya ona sadistik bir şekilde davranacağı, fazlaca uzaklaşırsa da dönüşü olmayan bir yabancılaşma ve sürgüne gideceği durumun yorumlandığını duymaya ihtiyacı vardır. Bu müdahalenin bir parçası olarak, terapist hastaya o anda içinde yer aldıkları uzlaşmayı da göstermelidir.
Örneğin 3 haftalık bir tatile çıkmadan önce şizoid bir hastayla son bir seans yapmıştım. Seans sırasında önce biraz paniklediğini söyledi, sonra odaya bakınıp içinde yer alan bazı nesnelerle ilgili sorular sormaya başladı. Ona şöyle dedim: “Biliyor musunuz paniğinizin benim ayrılmamla ilgisi var mı diye merak ediyorum. Uzun bir süredir çalışmıyoruz ancak burada ibraz ilişki kurmaya çalıştığınıza gerçekten inanıyorum ve şimdi ben gidiyorum, belki bu yüzden geri çekilip kendiniz ve duygularınızdan bahsetmek yerine odamdaki nesnelerden bahsetmeyi tercih ediyorsunuz”. “Evet” diye cevapladı. O an karşı aktarımdaki hissettiğim şey onu, ihtiyaçlarını gözetmeksizin özellikle yakın zamanda korkutucu bazı tıbbi sonuçlar alacağı şu dönemde terk eden zalim ve ihmalkar biri olduğumdu. Bu duyguyu çaresizce bertaraf etmek için bu nesnelerden birini ona vermek istedim. Yani bir taraftan efendi gibi hissediyor diğer taraftan içinde hissettiği paniği duyumsuyor ve köle olmayı kabul ederek istediği herşeyi ona vermeyi istiyordum. Annesinin ilgisini kaybetmiş ve onu geri kazanmak için bildiği herşeyi yapmaya çalışan ufak bir çocuk gibi.
Hastanın tedavisi ve hayatı içinde ortaya çıkan şizoid dilemayı yorumlama sürecinde, şizoid hasta, yavaş yavaş, uzlaşmasını daha ilişkisel bir konuma kaydırmaya başlar. Hastalarımdan birinin dediği gibi, “Artık daha fazla insanlara doğru bir ayarlamadan geçiyor gibiyim.”
Bütün kendilik bozukluklarının tedavisinde olduğu gibi, kısa dönemli terapinin onarıcı bir işlevi vardır. Egonun güçlenmesini sağlayarak, daha az acılı ve daha az izole bir şizoid uzlaşmanın edinilmesine yardımcı olur. Uzun döneöli tedavide ise terk depresyonunun duyguları üzerinde çalışılır ve bunun sonucunda bölünmüş nesne ilişkileri birimlerinin defansif duruşuna ihtiyaç duyulmamaya başlar. Böylece hasta terapist ve dış dünyadaki ötekilerle ilişkilerini düzenleyebilmeye başlar, çünkü bu ilişkiler nihayet hem ayrı hem kesişen bir durum olabilmektedir.
Bu dinamikleri göstermek için, şizoid hastayla yaptığım çalışmadan ufak bir kesit sunmak istiyorum. Bu hasta seanslarını haftada ikiye çıkarma riskini göze almış ve bu hareketiyle uzlaşmasını yeniden düzenleme sürecine girdiğini göstermişti.
Aşağıdaki seans, hastanın haftada iki gelme kararından sonraki seansı yansıtmaktadır:
Odaya girdiğinde, oturdu ve sandalyesini geriye doğru itti. Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra, sonunda benim onun üzerinde hakimiyeti olan bir otorite olduğum duygusunda olduğunu kabul etti. (Efendi/köle)
Kapana kısılmış ve güvensiz hissetmesinin sebebinin daha sık gelmesiyle bir ilgisi olup olmadığını merak ettiğimi söyledim ve onun tepki olarak geri çekildiğini ve saklandığını düşündüğümü belirttim. Bana gençken yaşadığı sahneyi anlatmaya başladı. Ondan büyük olan anzı oğlanlar tarafından sıkıştırılmış ve boğazına bıçak dayandırılmıştı (sadistik nesne/ sürgündeki kendilik). Bu yorum seansın sonuna damgasını vurmuştu ve o odadan çıkarken, ben tam bir Loraina Bobbitt (sadistik nesne) gibi hissediyordum.
Bir kaç gün sonraki onu izleyen seansta şu malzeme geldi: “Çok çabuk unutuyorum, çok çabuk (disosyasyon savunması), geçen seans neler konuştuğumuzu hatırlamaya çalışıyorum aklıma gelen şey Rüzgar Gibi Geçti’di Atlanta yangını sahnesi. Gittikçe daha da büyüyordu. Farketmiştim ki o şekilde görünmesi için kamerayı rayların üzerine koymaları ve hareket ederken ekipten birinin pisliği çabucak küreklemesi gerekmişti (şizoid geri çekilme). Onu “Sanırım kendi izlerinizi bulmaya ihtiyacınız var” diye yanıtladım. “Aynen” dedi. “Kafamda farklı farklı yerlere gidiyorum.” Sonra da maden çıkartan dev bir kazıcıyla ilgili bir hikayeyi anlatmaya başladı. Ve arkadaşlarıyla birlikte makinayı görmek için nasıl izinsiz alana girdiklerini. Nasıl bir görüntüden bahsettiğini daha iyi anlıyordum. Onu daha yakından tanırsam ona ait olan herşeyi alacağıma dair duyduğu korkudan bahsediyordu. Aynı zamanda daha yakınlaşırsa benim sınırlarımı ihlal etmekten korkuyordu. Oysa haftada iki kez gelme isteği daha yakın olmayı istediğini gösteriyordu (şizoid dilema).
“Geri geliyor” dedi ve bir önceki gece evin çitlerinden bakarken belki biraz daha ileri gidebilirim diye düşündüğü bir andan bahsetmeye başladı (yeniden ayarlanan uzlaşma). Ona bunun ne anlama geldiğini sordum. “Size doğru gelmek” dedi ve öne doğru hareket etti sonra hemen geri gitti: “ Herhangi bir şey istemek fazlaca riskli. Sizi istemek”. Ben de şöyle dedim: “Sanki size ait olan canlı kısmı, incinir veya zarar görür korkusuyla gömmek istiyorsunuz, sanki onu saklayarak güvende tutuyorsunuz böylece o kısmınız sağlam kalabiliyor.” (Tam da bunu söylerken, daha önce değil, yaptığım kinayeyi farkediyorum ve söylediğim şeyin neye varacağını. Herşeyin yerli yerine oturduğunu şaşkınlıkla görüyorum ve içimden Freud’a bir selam gönderiyorum). “Evet” diye yanıtlıyor “hemen tehlikeli bir hal alıyor”. Aklından peygamber devesinin geçtiğini söylüyor, dişinin erkeğin kafasını kopartırken onu savunmasız bıraktığını ama boşalmasını tetiklediğini böylece erkeğin bir tarafı çiftleşme isterken diğer tarafının ne kadar çaresiz kaldığını anlatıyor”. (Artık meselenin tam göbeğindeyiz, hissedebiliyorum. Bir kez daha Loraina’yı düşünüyorum.)
Bu çağrışımının çok anlamlı olduğunu söyledim. Bir taraftan benimle bağlantı kurma arzusu diğer yandan benim tehlikeli bir hal almamdan duyduğu korkuyu yansıttım. Bu nedenle siperde kalıyr ve arzusunu saklıyordu. Başıyla onayladı. “Evet, ister ereksiyon olsun, ister söz söylemek veya elimi uzatmak, hepsi de fazla riskli. Ve orada birşeuler olacağına inanmak benden hâlâ çok şey alıp götürüyor. İçimden. Ama belki de size inanıyorum ki öne hareket etme isteğimle ilgili an geldi aklıma.”
Bunun nasıl birşey olduğunu soruyorum ( o an kayboldu, şu anda soğuk mesafeli bir bilim adamı gibi hissediyorum- Dr. Şeytan gibi. Acaba benim için de fazlaca bir yakınlaşma oldu da ben de geri çekilme rolüne mi girdim diye merak ediyorum…”
Belli ki o da aynı şeyi hissediyor çünkü diyor ki:”bana bu soruyu sorduğunuzda hemen bir örümcek ağı geldi aklıma; kara dul örümceği de peygamber devesine çok benzer birşey yapıyordu.” Gülümseyerek diyorum ki “işte yine aynı şey oldu, korku ve özlem”. O da bana gülümsüyor.
Zaman zaman öylesine hüzünlü kimi zaman da şaşırtıcı derecede umut vaadeden bu kendilik bozukluğu ile ilgili daha söyleyecek çok şey var. Ancak benim için, bütün bu kelimelerden sonra şizoid durumu en iyi özetleyen sözler, şizoid bir hastam tarafından yazılmış şu satırlardır:
Çok fazla beklenti
Çok fazla istek ve ihtiyaç
Artık bırak, bırak
İçindeki rahimde korunmuş
Kendini kendinde kaybet
Sıcaklık ve karanlık
Hesabı kapat ve kepengi indir
Tehlike.