Şizoid kişilik bozukluğunun (buradan ileride şizoid kendilik bozukluğu olarak belirtilecektir) daha belirgin tanısı ve dinamik şizoid kavramının evrimi, akla bir takım sorular getirir:

Şizoid bozukluğu kavramı gerçekten geçerli, ayrık (münferit?) ve klinik olarak yararlı bir yapı mıdır? Ya da psikopatolojinin diğer geniş boyutları arasında eşit olarak sınıflandırılmamış olabilir mi? Bu açıdan bakıldığında, şizoid hasta, araya mesafe koyan bir borderline ya da temas-sakınan narsisistik olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle, şizoid bozukluğu kavramı gerçekten gerekli midir?

Şizoid kelimesinin bir isim olarak ve bir sıfat olarak kullanımı arasında, klinik açıdan kullanışlı bir ayırım yapılabilir mi? Birçok kişide şizoid olgu ve şizoid savunmalar bulunabilirken, “şizoid” kavramını isim olarak kullanmak ve patolojinin bir boyutu olarak yapılandırmak için yeterli gerekçe var mıdır? Karakterolojik savunma, ne zaman kişisel bir özellikten kendilik bozukluğuna doğru yön değiştirmektedir?

Şizoid bozukluk kavramı, (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders DSM’de bulunanlar gibi göreceli sınırlandırılmış kategorik sınıflandırma ile kısıtlandırılmalı mıdır? Yoksa, aslında; gelişimsel, kendilik ve nesne ilişkileri teorilerinden katkılar eklenerek genişletilse, kavram klinik olarak daha mı kullanışlı hale getirilirdi?

Ayrıca, şizoid kavramı hakkındaki herhangi bir incelemenin; kavram ile şizofrenik spektrum bozuklukları, fobik karakter ve anksiyete bozuklukları, özellikle sosyal fobi arasındaki tarihsel ilişkiye de mutlaka göz atması gerekir. Temel soru; şizoid bozukluğun bu kurgulara (yapılara) dahil edilip edilmemesidir.

Bunlar, ayrık bir klinik durum olarak ele alınan şizoid bozukluğun lehine bir tartışma sunulduğunda, klinisyenlerin çoğunlukla ortaya attığı sorulardır. İlerideki bölümlerde, şizoid bozukluğun teşhisinin doğrulanması ve şizoid kavramının diğer kabul görmüş kendilik bozukluklarına − narsisistik ve borderline bozuklukları − , onlarla aynı derece klinik önem taşıyan bir kavram olarak, katılması için bu sorular cevaplanacaktır.

Şizoid eğilimi hakkında, psikiyatri tarihi ne öğretmektedir? Şizoid kişilik bozukluğunun birkaç iyi incelemesi mevcuttur (Akhtar, 1987; Guntrip, 1969; Nannarello, 1953; Seinfeld, 1991). Çoğunlukla, bu kavram iki ayrı rota arasında gidip gelmiştir. Bu rotalardan birisi, tanımlayıcı psikiyatrininkidir. Odağı, öncelikli olarak, davranışsal, tanımlanabilir ve gözlemlenebilir semptomlardır; ve bunun en güncel ve en açık örneği DSM’nin dördüncü sürümünde (DSM-IV) bulunabilir.

İkinci rota, dinamik psikiyatrininkidir. Klasik psikanalizden ve nesne ilişkileri teorisinden katkılar içerir. Bu rota, bilinç dışı motivasyonun ve karakter yapısının araştırılmasını da içerir. Birinci rota olan tanımlayıcı psikiyatrininkinde, şizoid görüşün esaslı ve kaçınılmaz bir şekilde şizofrenik bozukluğa bağlanmış olduğu görülür. Şizoid bozukluk, şizofreniler grubuna direkt olarak ait olmasa bile, en azından çok yakın bir akrabası olarak betimlenir (görülür?). Esasında, bu rota, Emil Kraepelin’in (1907) yüzyılın başında, demans prekoks hastalarının akrabalarının, psikotik olmayan patolojiye büyük oranda sahip olmaları üzerine yaptığı gözlemlere dayanmaktadır. Hastaların premorbid kişilikleri ile akrabalarının kişilikleri arasındaki benzerliğe ilk olarak kendisi dikkati çekmiştir.

Bu rota şizoid hastayı, çekingen, sessiz, espri anlayışı olmayan, alışılagelmişin dışında ya da garip olarak özdeşleştirir − “şizoid karakterolojinin tümünün içinden geçen kırmızı bir iplik” gibi bir grup özellik ile özdeşleştirir (Kretschmer, 1925). Tanımlayıcı psikiyatrinin rotası, hemen hemen bu iplik ile eş anlamlıdır.

Her ne kadar iplik şizoid hastanın hikayesinin bir kısmını betimliyor olsa da, hikayenin bütününden uzaktır. Bununla birlikte, bu kısım çok sık olarak bütün ile karıştırılmakta ve şizoid kendilik bozukluğu anlayışına sekte vurmaktadır. Şizoid hastayı tanımlarken, esas yeri olan DSM’de yer alan şizoid kişilik bozukluğu kriterinde de gösterildiği üzere, birinci rota psikiyatride sorgulanamaz bir etkiye sahiptir.

İkinci rota, dinamik psikiyatrininki, Eugen Bleuler (1924) ile başlamıştır. Krapelin’in tanımladığı aynı hastaları betimlemek için şizoid terimini kullansa da, “dikkatini dış dünyadan uzaklaşarak, kendi içsel hayatına doğru yönlendirmiş, bireyin kişiliğinin doğal bir bileşeni” olarak kavramı belirleyerek çok önemli bir gözlem eklemiştir.

Bu çok önemli bir gözlemdi. Alışılmadık ve garip özelliklere odaklanmak yerine, dikkati kişiliğin evrensel olan yönlerine çekti. Bu bakıştan, şizoid hasta ve patolojisi artık birbirlerinden ayrı tutulacak, biri ve bir şey değillerdi. Klinik olarak, kişiliğin evrensel bileşenlerine, garip ve alışılmadık olanlardan çok daha fazla önem verilmesi gerekiyordu. Şizoid kavramının gelişmesi ile maalesef, Bleuler’in gözlemleri çoğunlukla kabul edilmemiş ve kullanılmamış olarak bırakıldı.

Şizoid kavramının evrimine (gelişimine) katkıda bulunan bir sonraki önemli figür Emile Kretschmerdi (1925). Şizoid kişilik hakkındaki gözlemlerini üç özellikler grubu halinde düzenledi. Gruplardan birisi, çekingen, sessiz, içine kapanık, ciddi ve alışılagelmişin dışında gibi özellikleri içeriyordu. Bu grup aslında, Kraepelin’in de tanımladığı ile benzerdi. İkinci grupta; cesaretsiz, hissiyatlı çekingen, alıngan, kaygılı, kolay telaşlanan ve kitaplar ile doğaya düşkün olma özellikleri yer alıyordu. Kretschmer bu özellikleri tanımlamak için “hiperestetik” (aşırı duyarlı) terimini kullanmıştır. Üçüncü gruptaki özellikler, mülayim, nazik, dürüst, umursamaz ve sessiz şeklindeydi. Kretschmer bu grubu soğuk ve anestezik duygusal tutumlara sahip olarak karakterize etmişti.

İlk bakışta bu üç özellikler grubu, çok farklı ve bağımsız klinik oluşumları tasvir ediyormuş gibi gözükebilir. Buna rağmen, Kretschmer şizoid kişiliği üç ayrı gruba bölmeyi önermedi. Diğer bir deyişle, bu özelliklerin bütün şizoid bireylerde çeşitli derecelerde, eş zamanlı mevcut olduğu kanaatindeydi. Kretschmer’in yapmayı reddettiği ve DSM’nin üçüncü versiyonunun yapmaya devam ettiği şey; şizoid teşhisin, kaçınan, şizoid ve şizotipal olarak bölünmesiydi.

Krestchmer’in çok farklı bir görüşü vardı: “Şizoidlerin çoğunluğu, ya aşırı hassas ya da soğuk değillerdi. Fakat onlar, aynı zaman diliminde, değişik göreceli miktarlarda, hem aşırı hassas hem de soğuklardı” (1925,p. 156).

Livesly, West ve Tanney (1985), Kretschner’in çalışmalarını gözden geçirirken aşağıdaki sonuca vardılar; “Değişik şizoid hastaların bu iki özelliği değişik derecelere kadar gösterdiği dikkate alınmıştır, böylece sürekli seriler oluşturmuşlardır. Buna ek olarak, şizoid hastaların, bu boyutlar arasında değişken oldukları, birinden diğerine gidip geldikleri düşünülmüştür. Hatta duyarsızlık ve soğukluğun uç boyutunda olanlar bile derin bir duyarlılığa sahiptiler. Şizoid patolojinin kalbinde yatan, zıt boyutlar arasındaki gerginliktir. Kretschmer iki ayrı gruba bölünmeyi tavsiye etmedi, böyle yapmak şizoidliğin temel özelliklerini göz ardı etmek olurdu” (italik ekli).

Şizoid kavramının evrimini (gelişimini) gözden geçirdiğimiz bu noktada, kavrama; kişiliğin doğan bileşeninin (Bleuler) ve şizoid patolojinin kalbinde yatan zıt kutuplar arasındaki gerginliğin (Kretschmer) eklenmesi ile, kavramın geleneksel tanımlayıcı psikiyatrideki kırmızı iplikle önerilen dar alanın ötesine geçtiği gözükür.

Ama bu kurgular gerçekten ne anlama geliyor? Şizoid bozukluğun gerçek geniş kapsamlı resmine nasıl entegre edilebilirler? Cevaplar için, Melanie Klein ve İngiliz nesne ilişkileri kuramcılarının katkılarına yönelmek gerekir. Bu kaynaklar, şizoid patolojinin anlaşılması için çok sayıda yardımcı katkı sağlamaktadır. Aynı zamanda, bazı çok zararlı ve engelleyici tesirleri de vardır. Muhtemelen bunların ikisinden, daha fazla engelleyici etkileri olan bu güne kadar hüküm sürmüştür.

MELANIE KLEIN

İngiliz ekolünün katkılarının çoğu yanlış anlaşılmıştır, özellikle de Melanie Klein’ın çalışmaları. Onun çalışmaları, karakter patolojisi ve erken içpsişik yapıların anlayışına zekice katkıda bulunurken, şizoid patalojoyi ve kuralcı şizoid tecrübeyi anlamaya yönelik özgül alana zararlı etkileri vardı. Klein’in şizoid kavramı, genel şizoid olgusu anlayışına ve özellikle de şizoid kendilik bozukluğuna çok az – ya da hiç – uygulanabilirdi. Klein’a (1946) göre, şizoid kavramı bölme demekti. Küçük çocuğun içpsişik dünyasını – preodipal dünyayı – tasvir ederken, bölmeyi, algı ve içselleştirme bütünü oluşturmaya çalışan küçük çocuğun bir mekanizması olarak tanımladı. İyi- kötü algıları ve içselleştirmeleri birbirinden ayrı tutma olarak tanımlanan bölme, projeksiyon (dışa yansıtma) ve introjeksiyon (içe yansıtma) teknikleri ile birlikte, çocuğun kaotik iç dünyasına düzen getiren önemli bir araçtır.

Melanie Klein’ın sıklıkla şizoid mekanizmalar hakkında yazdığı gerçeğine rağmen, şizoid kişilik bozukluğunun temel özelliklerini açıklamıyordu. Bunun yerine, bölme mekanizmasını ( şizoid manevra) içeren, çocuğun preodipal dünyasına yöneliyordu. Diğer bir deyişle, Klein’ın katkısı; genellikle karakter patolojisi çalışmaları üzerineydi, özellikle şizoid kendilik bozukluğunu tanımlamak üzere değildi (Klein 1932).

Daha önceleri Kraepelin, Bleuler ve Kretschner tarafından yapılan gözlemleri genişletme ve bütünleştirme adına atılan bir sonraki büyük adım; İngiliz ekolünün iki göze çarpan klinisyeninin – Fairbarn ve Guntrip – çalışmalarıydı.

W. R. D. FAIRBAIRN

W. Ronald D. Fairbairn’in şizoid durumun anlayışına olan katkıları, tıpkı Melanie Kleain’ın çabaları gibi, karakter patolojisini tasvir etme çabalarına yakından ilintiliydi. Fairbairn şizoid kişilik bozukluğunu dar bir anlamda beyan etmiyordu, fakat; karakter patolojisinin özü olabileceğini tahmin ettiği şeyi tanımlamaya çalışıyordu. Fairbairn’e göre, kişilik yapılandırmasının başlıca üç temel düzeyi vardı: nevrotik, şizoid ve psikotik. Bu bağlamda Fairbairn’in şizoid tanımı oldukça genişti. Patolojinin bu ayrımını, Kernberg’in (1975) nevrotik, borderline kişilik yapısı ve psikotik sınıflandırması ile oldukça makul bir şekilde kıyaslayanlar olabilir. Tanımlamalar kasıtlı olarak uzundur çünkü , Fairbairn’in olduğu kadar Kernberg’in de çabası, nevrotikten psikotiğe giden geniş bir patolojiyi – karakter patolojisi – tanımlama çabasıdır.

Fairbairn, halbuki, Klein ve Kernberg’in tanımladığı aynı hastaları tanımlamıyordu. Klein, erken içpsişik yapının oluşumundaki karakter patolojisini anlama çabalarında; bölme, projeksiyon ve introjeksiyon mekanizmalarından yararlanan hastalara odaklanmıştı. Bu yüzden Klein’ın çalışmalarında odak aldığı bu hastalar, psikiyatri ilerledikçe eninde sonunda borderline tanısı alacak hastalardı. Fairbairn, bireyin dikkatini dış dünyadan, iç dünyaya doğru yönlendiren kişilik özelliklerine odaklandı. Bu nedenle, Fairbairn’in karakter ve preodipal dünya üzerindeki odağı, akabinde klinik psikiyatride, şizoid olarak tanımlanan hasta çeşitlerini tanımlamaya yöneldi. Bu, bir olgudan; yansıtma ve bölme teknikleri, diğer bir olguya; dış dünyanın tersine iç dünyaya yoğunlaşma, odaklanma yönünde bir eğilim oldu. Sonuç olarak, değişik klinik popülasyonlar hedef alınmıştır. Sorun klinisyenlerin yaptığı gözlemlerin hassasiyetinde yatmıyor; problem, bütünü parçalayarak, hepsinin de tanımladığı karakter patolojisinin doğasındaki olguyu oluşturmakta yatıyor.

Fairbarin’e göre, psikopatoloji üç seviyede düzenlenebilir: nevrotik, şizoid ve psikotik. Fairbairn, kendinden önce Bleuler’in de tanımladığı gibi, insan aleminin özünde olan ve normalden, patolojik formlara kadar uzanan geniş bir alanda ortaya çıkan, şizoid bir faktör tanımladı.

Patolojik dışavurumlar iki uç arasında çeşitlilik gösteriyordu; bir uçta şizofreni ve psikopati (psikopatlık), diğer uçta işe daha sessiz içedönük birey. Bu faktör, duygusal ayrılığın bir tutumuydu ve aynı zamanda, omnipotentin (her şeye gücü yetebilmenin) tutumu ile ortak olan iç gerçekliği bir avunmasıydı. Fairbairn, şizoid bireyin kişilerarası mesafelerini ayarlayabilme kapasitesinin üzerinde duruyordu. Şizoid bireyin, kişisel iç dünyasını düzenleme ve benliğini tehdit edebilecek anksiyete, çatışma ve diğer travmatik durumlara karşı savunma esası olan; kendilik- güvenme ve kendilik- koruma (omnipotent) savunmalarının harekete geçme kapasitesini de vurguluyordu.

Fairbairn’e göre, içpsişik yapının doğası (içselleştirilmiş nesne ilişkileri), anksiyete yüklü olarak artan sosyal bağlantı ihtiyacı; ve dış dünyanın pahasına iç dünyanın yaygın olarak aşırı yargılanması; ve aldırmaz görünerek mesafelendirme savunma ihtiyacı etrafında dönmekteydi. Bu noktada, Fairbairn dört kritik ve ana şizoid teması belirledi. İlk olarak, endişenin birincil odağı olarak kişiler arası mesafeyi ayarlama ihtiyacı vardır. İkinci olarak, şizoid hasta, kendilik- güvenme ve kendilik- koruma savunmalarını harekete geçirme yeteneğini sergiler. Üçüncüsü, anksiyete yüklü olan bağlanma ihtiyacı ile aldırmaz görünme tarafından belirginleştirilen mesafe koyma savunma ihtiyacı arasında; dinamik, her tarafa yayılan bir gerginlik vardır. Dördüncü olarak, dış dünyanın zararına, iç dünyanın yaygın bir aşırı yargılanması vardır.

Fairbairn bu dört temanın çok daha ötesine gitmiştir. Onun şizoid mekanizma üzerine olan kati tanımı, genel olarak içpsişik yapının geniş kapsamlı tanımı ve özünde, karakter patolojisinin tam bir nesne ilişkileri teorisi olarak sunulmuştur. İşte burası Fairbrain’in yoldan çıktığı noktadır. Psikopatolojinin sınırlı bir boyutu olan şizoid boyutu tanımlamaktan uzaklaşmıştır. Parçanın bütüne eşit olduğunu önermiştir ve kavramları nevroz ile psikoz arasında yatan bütün karakter patolojisini tanımlamıştır. Aşağıdaki alıntı bunu daha da netleştirir. Bu Fairbairn’in (1984) en iyi bilinen ve çok sık alıntı olarak gösterilen gözlemlerinden birisidir.

Şizoid bireyin en büyük sorunu, sevgi tarafından yıkılmadan nasıl seveceğidir… çatışmanın mahvedici doğası… öfke ile nesnesini yok etmesinin korkun. Bir şey olarak gözükmesi, nesnesini sevgi ile yok etmesi onun için çok daha korkunç bir şey olarak gözükür. Sevgisinin yok oluyor gibi gözükmesi, şizoid birey için çok büyük bir trajedidir. Sevgisi o kadar yok edici gözüküyor ki, libidosunu (yaşam enerjisini) nesneye ve dış gerçekliğe yönlendirmekte bu tür zorluk deneyimliyor.

Sevmekten korkar hale gelir ve bu nedenle nesneler ile kendisi arasına bariyerler çıkartır.

Her ne kadar bu, çatışma ve hengame içindeki bir kişinin devingen betimlemesi olsa da, şizoid bireye, herhangi başka bir kendilik bozukluğu olan bireyden daha fazla uygulanırlığı yoktur. Kendiliğin her bozukluğu için, bağlanmanın doğası, oldukça durumsal, rahatsızlık verici ve potansiyel olarak yıkıcıdır. Bağlanmanın doğası oldukça yüksek, tehlikeli ve genellikle yıkıcı bedeli belirli bir düzeyde korunmaktadır, öyle ki; bu bireyler herhangi bir bağlanma durumunun gerçekten memnun edici ve besleyici olduğuna inanmakta zorluk yaşarlar.

Bütün kendilik bozuklukları, bağlanmaların (ilişkilerin) onlara rahatsızlık ve fiili ya da potansiyel yıkım getireceğini kararına varırlar. Bu gerçek, kendilik patolojisinin doğasının merkezindedir ve kendiliğin bütün bozukluklarını tanımlamaya yardımcı olur. Bütün kendilik bozuklukları için, bağlılık durumu; yanlış, hasar görmüş kendiliğin savunmacı yer değiştirmesi yararına, gerçek kendiliğin gelişmesinden ödün vermeyi gerektirir. Bu sebepten dolayı, bütün kendilik bozuklukları için sevgi (bağlanmanın arzusu), yıkıcı (hem gerçek benliği, hem de yansıtma ile diğerini) olarak gözükür. Yanlış kendilik tarafından empoze edilen çarpıtmalar aracılığı ile bağlanmanın sonucu olarak, bütün kendilik bozuklukları, benlik ile diğerleri arasındaki bariyerleri deneyimler. Tüm kendilik bozuklukları için, gerçek güvenilir bağlanma mümkün değildir. Tüm kendilik bozukluklarında en yıkıcı olan hiddet ya da nefret değildir; fakat, bağlılık durumu için yapılan ödün vermeler ve tavizler kendilik için en yıkıcı olanıdır.

Bu yüzden, yegane şizoid çatışması, sevgi tarafından yıkılmadan nasıl sevmek değildir. Bu çatışma kendiliğin büyün bozukluklarına özgü bir çatışmadır. Daha doğrusu, yegane şizoid çatışması sadece şizoid hasta için bağlanmanın özel durumlarının; ki bunlar kendiliğin ömrüne ve şizoidin kişiler arası dünyasına çok zarar vericidir, tanımlanması ile belirlenebilir. Bu özgül durumlar, yukarıda alıntılanan daha bilinen kısımdan ziyade, Fabrian’ın dört temek temasında daha net olarak hedeflenmiştir.

Fabrian tarafından yapılan bir büyük katkı daha vurgulanmalıdır. “Yaşamın erken yıllarında (şizoid hastalar), annelerinin tarafından bariz aldırmazlık ve bariz sahip çıkma aracılığı ile annelerinin gerçekten onları kendi doğrularında birey olarak sevmediği inancını kazanırlar”(Fairbairn, 1984, p.113) konusunu gözlemlerken, şizoid bozukluğun yaratılışına önemli bir gelişimsel katkı sağlamıştır. Bu gözlem, borderline kendilik bozukluğu (Masterson, 1976) ve narsisistik kendilik bozukluğu (Kohut, 1971; Masterson, 1981) anlayışında merkezi bir tema haline gelen, annenin duygusal uygunluğunun önemini önceden ima etmiştir. Fakat, daha belirgin olarak, Fairbarian tarafından yapılan gözlem üzerine; şizoid hastanın inanç kazanması, şizoid hastanın bilinçli olarak kendi sevimsizliği ve sevilmek içi anne yetersizliği inancına ulaşabileceği anlaşılabilir.

Şizoid hasta gelişimi ile diğer kendilik bozuklukları arasındaki kritik fark; annenin duygusal müsaitsizliğinin farkındalığının; potansiyel, örtülü bir olasılık değil de fiili ve belirgin bir deneyim olduğudur. Gelişimsel olarak bu iki durum arasında dünyalar kadar fark vardır. Önceki, bağlanma için olan özlemi mükemmelleştirmek için dış gerçekliğe dönmeye küçük bir sebep ve umut için küçük bir alan bırakmaktadır. Sonraki de, bağlanmaya, onaylanmaya, doğrulanmaya ve kabul görmeye ulaşmak için dış dünyaya dönmeye devam etmekte için sonsuz umut ve arayış sebebi sunmaktadır.

Özet olarak, Fabrain şizoid kendilik bozukluğunun nesne ilişkileri bakışı için geniş kapsamlı, gelişimsel bir temeli açıkça sunmuştur. Onun gözlemleri daha önceki şizoid patoloji tartışmalarının çok önüne geçmiştir. İncelenmesi için en önemli alanları tasarlamıştır; tanımlayıcı, dinamik ve gelişimsel.

HARRY GUNTRIP

Harry Guntrip (1969), Fairbrain’in gözlemlerini daha belirli ve detaylı bir şizoid hasta tanımlaması haline getirerek, şizoid kavramını (faktör, patoloji, olgu) aşırı kapsamlılıktan ( ve potansiyel unutulmadan) kurtarmayı başarabildi. Farbrain gibi Guntrip de psikopatolojinin geniş bir klinik alanını tanımlamaya ve bu yelpazedeki hastalara odaklanma ilgisi olsa da; klinik yazılarında şizoid kavramına bir derece belirginlik kazandırabilmiştir.

İlk olarak, hasta grubunda fark edilebilir ve tanımlanabilir olduğunu hissettiği, dokuz özellikten oluşan bir set geliştirdi (Guntrip, 1969, s, 41-44). Bu kriterler daha önceden eksik olan belirginleştirme derecesini kurdu.

İkinci olarak, Guntrip, klinik odağını şizoid hastanın sevgi yıkımından çok, Fairbrain tarafından tanımlanan dört temel tema üzerine yoğunlaştırdı. Aslında, Guntrip’e göre; şizoid hastanın, emniyete ulaşmak için bağlı kalma dönüşümlü çabası ile sergilediği örüntü,ve nesneden bağımsız ve özgür kalmak için mesafe koyma ihtiyacı; şizoid hastanın içpsişik dünyasının kalbinde yatmaktadır ve bunu temel şizoid ikilem (ya da dinamik) açıklıyordu. Yine altı çizilmesi gereken; Guntrip’in gözlemleri, Fairbairn’den ödünç alınırken ve eşsiz değilken, Guntrip kavramları olası unutulmadan kurtardı ve Fairbairn’in denemediği farklı bir tarzda onları klinik olarak uyguladı.

Temel özelliklerini tanımlamasına ve şizoid çıkmazın net birleştirmesine ek olarak, üçüncüsü, Guntrip şizoid hastanın, şizoid ikilem ile baş etme çabası olan, şizoid uzlaşma kavramını tanımlamıştır. Bu, şizoid hasta için düzenleyici savunma işlemidir ve şizoid hastayı yakınlaşma ve mesafelendirmenin ikiz tehlikelerinden koruma hedefi olan bütün kendilik fonksiyonları olarak da tanımlanabilir.

Dördüncü olarak, Guntrip şizoid bireyin fantezi dünyasının önemini tanımlamakta da anlaşılırdı. Genelde, fantezinin görünümüne aldırmazken, fantezinin korumacı, gerileyen kullanımı üzerine odaklanması, şizoid uzlaşma için mükemmel bir örnek oluşturmaktadır.

Guntrip’in şizoid hastayı anlamız için çok büyük katkı sağlamasına rağmen, ileri tanımlama ve olgunlaşma gerektiren bazı büyük alanları da bırakmıştır.

Gelişimsel meseleler, şizoid bozukluğun özüne bağlanırken, dolgun, daha detaylı bir anlatım.

Şizoid bireyin içselleştirilmiş nesne ilişki birimlerinin detaylı tanımı. Fairbrain (1984, Böl.4) tarafından öne sürülen içpsişik yapı çok yaygın ve geniş olarak uygulanabilmektedir. Yaygın olduğu da borderline hastanın içpsişik yapı tanımlamalarının başlangıcına kadar dayanmasıyla kanıtlanmıştır (Kernberg, 1975; Masterson, 1976; Runsley, 1982). Aşırı kapsamcılık sorunundan sıkıntı çekmektedir. Guntrip, Fairbrain’in içpsişik yapı hakkındaki gözlemlerini ilerletme konusunda başarız olmuştur ve böylece bu alandaki fikirleri belirsiz ve muğlak kalmıştır.

Guntrip’in tedavi önerileri tutarlı odak ve belirginlikten yoksundur ve bu belirsiz sıkıntı yaratmıştır. Terapötik müdahaleler Guntrip’in dinamik anlayışı ve gözlemleri ile tutarlı bir şekilde birleşmedi. Klinik tanımlamalarındaki netliğe rağmen, terapist halen şu soru ile baş başadır: “Fakat, tam olarak ne yapıyorum?

1969 yılında, Guntrip’in şizoid hastalar üzerindeki çalışmaları yayınlandığı zaman, diğer bir çok klinisyen, borderline ve narsisitik patoloji ve bozuklukları hakkındaki gözlemlerini birleştirmeye ve tanıtmaya odaklanmıştı. Guntrip’in çalışmaları daha az dikkat çekti ve şizoidin teşhisi dışlanmış üvey çocuk rolüne sürgün edilerek, kaderine terk edilmiş göründü.

Her ne kadar, şizoid bozukluğu için ilgi yenilenmiş olsa bile, psikopatolojinin bu önemli boyutu halen belirsiz olarak aynen durmaktadır. Şizoid bozukluğa klinik önemin verilmesi için; kapsamlı, gelişimsel, nesne ilişkileri açıları açık olarak tanımlanmalıdır. Fenomenolojiyi, gelişimsel meseleleri, içpsişik yapıların doğasını ve özel tedavi yaklaşımlarını içeren bu tür kapsamlı bir tablo, belirli kademeli teşhise ve klinik tedavi hipotezlerinin test edilmesine imkan verecektir.

REFERANSLAR

Akhtar, S. (1987). Schizoid personality disorder: A synthesis of developmental, dynamic, and descriptive features. American Journal of Psychotherapy, 41, 499~18.
Bleuler, E. (1924). Textbook of psychiatry. New York: Macmillan.
Fairbairn, W R. D. (1984). Psychoanalytic studies of the personality. London: Routledge & Kegan Paul.
Guntrip, H. (1969). Schizoid phenomena; object relations and the. self. New York: International Universities Press.
Kernberg, O. (1975). Borderline conditions and pathological narcissism. New York:
Aronson.
Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. In J. Riviere (Ed.), Develop-
ments in psychoanalysis. London: Hogarth Press.
Klein, M. (1932). The psychoanalysis of children. London: Hogarth Press.
Kohut, H. (1971). The analysis of the self. New York: International Universities Press. Kraepelin, E. (1907). Clinical psychiatry. New York: Macmillan.
Kretschmer, E. (1925). Physique and character. London: Kegan, Paul, Trench & Trubnero
Livesley, W l, West, M., & Tanney, A. (1985). Historical comment on DSM-III schizoid and avoidant personality disorders. American Journal of Psychiatry, 142, 1344-1346.
Masterson, J. (1976). Psychotherapy of the borderline adult: A developmental approach. New York: Brunner/Mazel.
Masterson, l (1981). The narcissistic and borderline disorders. New York: Brunner/Mazel.
Nannarello, J. J. (1953). Schizoid. Journal of Nervous and Mental Disease, 118, 237-249. Rinsley, D. B. (1982). Borderline and other self disorders. New York: Aronson. Seinfeld, J. (1991). The empty core: An object relations approach to psychotherapy of the schizoid personality. New York: Aronson.

Tercüme: Psikoterapi Enstitüsü Çalışanları
Not: İzinsiz alıntı yapılamaz, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

There are no comments yet.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked (*).

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>