PSiKiYATRiK PROBLEMLERDE HiPNOZUN PRATiK UYGULAMA ALANLARI

Uz. Dr. Tahir ÖZAKKAŞ[1], Prof. Dr. Nadir V.İSMAYILOV[2]

Bir çok kişi “İşte problem budur” veya “Problemin kaynağını buldum” gibi yargılara varır. Bir çok hekimde aynı hataya düşer. Hastanın semptomlarını oluşturan temel nedenler, çeşitli yöntemlerle keşfedilmeye çalışılır.

Sonuçtan da şöyle veya böyle bir sonuca ulaşılır. Hasta da, hekim de sevinir. Çünkü sorunu bulmuştur ve kaynağını keşfetmişlerdir. Buldukları şey doğrudur, ancak genellikle bu gerçeğin sadece bir kısmını yansıtmaktadır. Multipl faktörlerin devinim halindeki etkisi altında olan psişik yapımızda her fenomenden az veya çok etkilenmektedir. Etkilenmelerin şiddeti ve bileşimi semptom olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çoğumuz yaptığımız davranışların neden ve niçinlerini düşünmeyiz. Bir çok yönelimlerimiz de insiyaki bir refleks ile olur. Halbuki bu davranışlarımızın temelinde bilinçaltımızın şiddetli arzu ve istekleri yatmaktadır. Çeşitli kamuflaj sistemleri altında, benliğimize istediğini yaptıran bilinçaltımız çoğu zaman istediğine kavuşur. Bu konu ile ilgili bugüne kadar çok söylendi ve yazıldı. Bilinçaltımız geçmiş anılarımızın depolandığı arşiv merkezleridir. Bu geçmiş anılar günümüz ve geleceğimizi yönlendirme gücüne sahiptir. İşte hipnoz ve hipnoterapi, insanı geçmişin esaretinden kurtararak geleceğe yönlendirir. Geçmişin acı, ızdırap verici travmatik hadiselerinden etkilenerek oluşturduğumuz davranışlar yerine, onlardan bağımsız olumlu ve atılımcı bir yapı ile yeni bir şahsiyet kurmamızı temin eder. Hipnozun amacı bu aşamada geçmiş değil, şu an ve yeni olanla ilgilenmektir. Bunun da ötesinde geçmişin etkisinden kurtularak, geleceği inşaya yardım etmeyi amaçlar.

Hastalarımızın çoğu bize geldiklerinde hep geçmişleri ile uğraşır. Geçmişte acı ve ızdırap veren olayları unutmak, mutluluk veren olayları tekrar yaşamak isterler. Yani bir nevi geçmiş ile var olurlar. İşte bu hastalarımıza yaptığımız tek şey geçmişi geçmişte bırakıp, bugüne ve yarına kanatlanmanın yollarını göstermektir. Bugüne ve yarına yol almakta geçmiş bir engel teşkil ediyorsa; hipnoterapi ile bu engeli aşmasını temin ederiz. Hipnoterapi de yapılan şey budur.

Psikoterapi bazen geçmişteki yaşantıların lif lif incelenerek açığa çıkartılmasından sonra başarıya ulaşabilir. Mesela klastrofobi geliştirilen bir bayanın, niçin kapalı mekanlarda yalnız başına kalamadığına literatürden bir örnek vermek istiyorum. Hipnotik transa alınan bu bayan derin transda iken ekminezi vasıtası ile hipnotik yaş gerilemesine tabi tutulmuş. Klastrofobi bulgusu, çocukluk döneminde büyük annesi tarafından tuvalete kitlendiği ve yalnız bırakıldığı bir güne kadar uzanmakta idi. Çocuk bunun üzerine histerik bir kişilik geliştirmiş ve çeşitli semptomlar vermişti. İşte bu tip temel nedenlere bağlı olarak NEVROTİK DAVRANIŞ KALIPLARI OLUŞMAKTA VE NEVROTİK CEVAPLAR ortaya çıkmaktadır.

NEVROTİK DAVRANIŞLARIN TEDAVİSİNDE GENEL PRENSİPLER

Nevrotik davranış kalıplarının temelinde, yıllardır süren bir etkilenmenin ve şartlanmanın rolü vardır. Temeli genellikle erken çocukluk dönemine dayanan travmatik bazı hadiseler, zamanla uygun bir boşalım yolu bulamaz ise nevrotik bir davranış bozukluğu olarak karşımıza çıkabilir.

HiPNOZ VE EMOSYONEL PROBLEMLER

Psikiyatristler ve psikologlar yıllardır emosyonel problemlerin klinik seyrini ve yapısını deneysel çalışmalarla ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu deneysel çalışmaların içerisinde hipnotik metod geniş bir yer tutmaktadır.

Konu ile ilgili yapılan uzun süreli ve detaylı araştırmalarda; hipnozun yapısı açığa çıkarılmaya çalışılırken, klinik bir çok faydasının da olduğu gözlemlenmiştir. Hastalar üzerindeki hipnoz vasıtası ile elde edilen klinik faydalar direk ve indirek yoldan elde edilebilmektedir. (Crasilneck, 1975; Naruse, 1975; Fijimares, 1975)

Hipnozun klinikte kullanımı ile ilgili yapılan çalışmaları gözardı etmek mümkün değildir. Hipnozun yapısı ve klinik kullanımı ile ilgili yapılan çalışmaların miktarı o kadar çok ki; artık bunları görmemezlikten gelmek, elde edilen değerli bilgileri küçümsemek bilim adamına yakışır bir tavır değildir.

Bu konularla ilgili yapılmış deneysel çalışmaların ve sonuçlarını yıllardır yayınlanan “International Journal of Clinical and Experimental Hypnosis” isimli dergilerin sayfalarında bulabilirsiniz. Yine aynı şekilde klinik çalışmaları ihtiva eden diğer bir periyodik yayın da “American Journal of Clinical Hypnosis” dir.

Konu ile ilgili literatür özetini ihtiva eden değerli bir çalışma Fromm ve Shore tarafından kitaplaştırılmıştır. Mükerrer defa baskı tazeleyen bu kitabın orjinal ismi “Hypnosis; Research Development, and Perspectives” dir. Konu ile ilgili yüzlerce kitap çalışması arasında Hilgard tarafından yayınlanan “Personality and Hypnosis” kitabı çok kıymetli bir çalışmadır.

Eski dönemde fiziksel ve psikolojik problemlerin ayırd edilmesinde güçlükler çekiliyordu. Mesmer hipnozu uygulamasından sonra konversiyon veya histerik nitelikli bir çok hastalık kolaylıkla tedavi edilerek fiziksel olanlardan ayırd edilmişti. Günümüzde tedavi tekniklerinin gelişmesi sayesinde fiziksel olan ile emosyonel olan birbirinden daha kolay bir şekilde ayrılabilmektedir.

Hipnoterapi emosyonel kaynaklı problemlerin tedavisinde, temel tedavi yöntemlerinden biri olarak kıymeti gittikçe artmaktadır. Hipnoz sayesinde; Emosyonel problemlerin psikodinamiği daha kısa ve daha doğru bir şekilde tesbit edilebilmektedir. Getirdiği bu yardımlar sayesinde hipnoz, kendi dışındaki konvansiyonel tedavi yöntemleri üzerinde başarı sağlamış gözükmektedir.

EMOSYONEL HASTALıKLARıN TEDAViSi VE HiPNOZ

Nevrotik hastalıkların tedavisi ile ilgili olarak hipnoz; etkin ve uzun bir tarihe sahiptir. 1895 yılında Breuer ve Freud’un ortak çalışmalarında, histeri tedavisinde hipnoz birincil yöntem olarak kullanılmıştır. Daha sonraları Psikoanaliz tekniği geliştirmesi üzerine hipnoz uygulamasından vazgeçmiştir. Freud, hipnoz sayesinde psikoanalizi geliştirip, bir çok psişik süreci keşfetmesine rağmen bundan vazgeçmiştir. Hipnozu uygulamadaki yeteneksizliği yanında her hastanın hipnoza yatkın olmaması bu kararına etkin olmuştur. Freud’un peşinden giden psikoanalizciler, yıllarca hipnozu ihmal ederek reddetmişlerdir. Bu durum, 2. Dünya harbine kadar sürmüştür. II. Dünya harbinde kitleler halinde ortaya çıkan savaş nevrotiklerinin tedavisi kısa, kestirme ve hemen sonuç alan bir psikoterapi yöntemini zorunlu kılıyordu. İşte bu yıllarda Hipnoz tekrardan gündeme gelerek değer kazandı. Bugün de aynı süreci tekrar yaşamaktayız. Uzun yıllar organik ekolün elinde kalan psikoterapi, çağdaş kitle hastalığı olan anksiyete ve stresse karşı çaresiz kaldı. Kitlelerin bu hastalığına şu anda ancak hipnoterapi cevap verebilmektedir. Batıda son yıllarda hipnoterapiye karşı büyük bir yönelim mevcuttur.

1944 yıllarında Kubie ve Margolin, ortodoks psikanalitik anlayış ile hipnoz arasında bir köprü vazifesi görerek, bir çıkış yolu gösterdiler. Bunların çalışmaları, hipnozu yine, nevrotik tedavinin kıymetli bir yöntemi yapmayı amaçlıyordu. Çünkü geçmişte nevrotik problemlerin tedavisinde hipnoz kıymetli ve yararlı bir yöntem olarak uygulanmıştı.

Schneck 1954 yılında Psikiyatride hipnozun kullanım alanlarını detaylı olarak inceleyerek tartışmaya açtı. 1948 yılında başlayan çalışmaların Wolberg yayınlayarak: çeşitli psikiyatrik problemlerde tedaviye yönelik olarak hipnotik tekniklerin kullanım yollarını ortaya koydu. Diğer yazarlar ve araştırıcılar da bu çerçevede konuya çeşitli katkılarda bulundular. 1971’de Conn, uyku telkinler olmaksızın hipnotik transa nasıl girilebileceğinin yolarını ve tekniklerini tanımladı. Aynı zamanda “Hypnosynthesis” vasıtası ile ego bütünleşmesinin yollarını gösterdi. 1971 yılında Schafer uluslararası hipnoterapistler kongresinde ego-nesne ilişkilerinde hipnozun yerini tanımladı.

Hipnoz; savaş nevrozlarının tedavisinde çok değerli bir sonuca ulaştı. Savaşa katılmış binlerce asker savaş içinde ve savaş sonrasında; olayları tekrar tekrar yaşıyor, bir türlü anksiyete ve stresden kurtulamıyorlardı. Gece rüyalarında patlayan bombalar ile kabus görerek uyanıyorlardı. Bu tip hastalar hipnotik transa sokularak abreaksiyon sağlanıyor ve biriken gerilim boşaltılıyordu. Çok radikal iyileşmeler elde ediliyordu. Olayları hipnozdan tekrar yaşayan hastalar “katharzis” vasıtası ile boşalma imkanı bulabiliyorlardı. Daha komplike nevrotik davranışlar hipnoz sayesinde çözüme ve tedaviye kavuşuyorlardı.

Watkins (1948) II. Dünya savaşında yaşanan problemlerle ilgili bilgileri bize ulaştırdı. O günlerde savaş şartları esnasında hipnoz çok kullanılan bir yöntemdir. Çünkü o günlerde, özellikle savaşın devam ettiği bir dönemde, askerler bir çok nevrotik semptom geliştirerek, acil psikiyatri polikliniklerine gönderiliyordu. Bu askerlerin kısa sürede tedavi edilip, birliklerine geri gönderilmesi en çok arzu edilen birşeydi. İşte bu günlerde, acil psikiyatri kliniklerinde hipnoz kullanılarak, askerlerin kısa sürede görevlerine dönmesi sağlanmış oldu. Asluck, 1965 yılında yayınladığı makalede, o günlerde hipnozun en çok seçilen ve uygulanan bir tedavi yöntemi olduğunu belirtiyordu.

ANKSiYETEye Yaklaşım

Anksiyete, insan duygularının en yaygın görünümlerinden biri olarak, dozu ve oranı muhafaza edilebilirse, normal hayatın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Emosyonel hastalıkların klinik tedavisinde, ilk karşılaştığımız semptom anksiyetedir. Hasta kendini hoş olmayan bir gerilim içerisinde hisseder. Bilinç ve bilinçaltındaki problemlerini, kişiye belki de direk olarak ilk yansıması anksiyete (gerilim) şeklinde tezahür eder. Diğer emosyonel semptomlar daha geri plandadır. Defans mekanizmalarının yönelimine göre hasta bireylerde bir çok semptom ortaya çıkabilmektedir.

Nevrotik hastalıkların temel karakterinin ANKSİYETE olduğu üzerinde çoğu araştırmacı hem fikirdir (Ambrose, 1958). Egonun dayanma gücünün aksi olarak, anksiyeteyi düşünmek mümkündür. Ego’nun dayanma gücü zayıfladıkça gerilim oranı artar. Egonun dayanma gücü yüksek olan birinin, hayata bağlanma oranı da, o derece yüksektir. Hayata daha iyi ve daha çok bağlanan bir insanın da gerilimi o denli az olacaktır. Bunun tam tersinde ise; normal ve gündelik hayat ilişkilerimizde bir yetmezlik ve bozukluk varsa; bu durum kendini anksiyete olarak ifade edecektir. Kişiler arası ilişkilerimizde, çalışma hayatımızda ve cinsel yaşamımızda eksiklik duyduğumuz veya arzu ettiğimiz şekilde gitmediğinde, kendimizi büyük bir ruhsal gerilimin içerisinde buluruz.

Anksiyeteyi, bilmediğimiz bir kaynaktan gelen bir korku ve olumsuz gerilim olarak hissederiz. Çünkü, anksiyete kaynağını genellikle bilinçaltındaki kişiliğimizden almaktadır. Anksiyete yaşayan bir bireyde bazı fizyolojik değişiklikler ortaya çıkar. Nabız hızlanır, ağız kurur, avuç içi terler, nefes almakta zorluk çeker, bağırsak hareketleri hızlanabilir. Tüm bu fizyolojik değişiklikler anksiyetenin bulgularıdır. Halbuki bu fizyolojik bulgular; gerçekten karşılaştığımız bir korku anında da ortaya çıkmaktadır. Bu tamamen normaldir. Çünkü nedeni bilinmektedir. Gerilimi doğuracak objektif bir neden karşımızdadır. Ancak emosyonel hastalıklardaki gerilimin nedeni bilinmez. Çünkü objektif bir korku ve terör nedeni yoktur.

Bu durumda, herhangi bir objektif tehlikenin var olmadığı bir ortamda, daha çok kuşku eksenli bir davranış kalıbını oluşturan bilinçaltı düşüncelerimizin ortaya koymuş olduğu davranış tipine “ANKSİYETE” diyoruz. Böylece, anksiyete içteki internal bir hadisenin kuşkusu olarak düşünülebilir. Yaptığımız araştırmalarda ve gözlemlerimizde bu tip anksiyetenin kaynağının, bilinçaltında erken çocukluk döneminde yaşanan bazı travmatik hadiseler ile ergenlik dönemindeki aşırı etkileyici hadiseler olduğu görülmüştür. Unutulmuş hatıralar ve fantaziler bu olaya kaynaklık etmektedir.

Anksiyeteyi yaşayan bir birey hasta kabul edilirken, anksiyetesi olmayan bir bireyi de sağlam kabul etmek doğru değildir. Çünkü bir çok psikotik hastalıkta ve hastada herhangi bir gerilim hissi gözlenmezken, bunlar ileri derecede hastalıklı kişilerdir. Bu psikotik hastalar, gerçek dünya ile ilişkilerini koparıp küntleşmişlerdir. Ancak bir kısım akut psikotik epizodlarda da, anksiyetinin ilk semptom olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Anksiyete psikotik hastalarda da görülmesine rağmen, esas olarak nevrotik hastalıkların daha karakteristik bir bulgusu olarak görülmektedir. Nevrotikte yaşanan gerilim hissi bir zihinsel bölünme gibidir. Bilinçaltından gelen bu dürtü, bilinç tarafından kabul edilmez. Ancak etkisinden de kurtulamaz. Gerilimin kaynağını bulamayan veya anlamsız bulan bilinç bunu reddeder. Ancak bilinçaltının güçlü dürtüsünün etkisi ile bu anlamsız şeyden bir türlü sıyrılamaz. Bu sanki zihinsel olarak iç bölünmedir. Ancak bu durum, şizofrenideki “zihinsel yarılmadan” tamamen farklıdır.

Nevrotik problemlerin psikoterapisinde amaçlanan en yararlı nokta, birey için optimal gerilim sınırının tesbiti ve bunun devamının sağlanabilmesidir. Nevrotik hastaların çoğunda, en sık karşılaştığımız semptom, dayanılamayacak boyutta hissedilen ve yaşanan gerilimdir. Bu durumlarda gerilimin kaynağı genellikle bilinaçltındaki çatışmalardır. Bu çatışmaları tıpkı rüyalarımızda olduğu gibi bir sembolizasyon mekanizması ile anlamsız obje ve nesnelere karşı gerilimi doğurmaktadır. Dıştan anlamsız olarak görülen obje ve nesne, aslında bilinç altındaki çatışmaların temel noktası ve sembolizasyon ile bilinçte ifadesidir.

Bu tip hastalara relaksasyon yöntemlerinden biri olarak hipnozu uyguladığımızda direk olarak gerilim hafifletici bir fayda sağlarız. İçerdeki gerilim enerjisi belirli bir süre için boşaltılmış olur. Radikal tedaviye ve analize başlamadan önce hipnorelaksasyonu veya tranklizan tedavisini uygulamakta yarar vardır.

Isham’ın 1962’de yayınladığı çalışmada anksiyetenin tedavisinde hipnorelaksasyonu ve psikoterapinin eşit bir değere sahip olduğunu göstermiştir. Her iki teknik de, ilaç tedavisinden daha kıymetli bulunmuştur. Mordey (1965) hipnozu fobik davranışların tedavisinde kullanmıştır. Perin (1968) in yaptığı çalışmalarda anksiyetenin oluşturduğu iç rahatsızlığını hipnotik trans vasıtası ile giderdiğini ve gerçek hayata uyumun daha kolay sağlandığını göstermiştir. Kalinowsky ve Lerner (1960) hipnozun spesifik gevşetici etkisini tartışmışlardır. Moss (1958), kronik anksiyetenin tedavisinde hipnozu başarılı bir şekilde uygulayarak, çok iyi sonuçlar elde etmiştir. Meares (1956) da hipnotik trans vasıtası ile semptom değiştirmeyi uygulamış ve sekonder kazanç oluşturmadan sonuca ulaşmıştır. Frankel (1974), hipnotik transta spontan bir fenomen olarak ortaya çıkan katharzis vasıtası ile, anksiyeteye bağlı gerilimleri boşaltmıştır. Schneck (1975) prehipnotik telkinler vasıtası ile anksiyeteyi hafifletmiştir. Armstrong (1974) yayınladığı makalede, anksiyetenin tedavisinde hipnozun nasıl kullanılabileceğini göstermiştir.

STRESS BELiRTiLERiNiN KONTROLÜNDE HiPNOZ

Stress içerisinde bulunan bir hasta, bilinçli bir şekilde hekime başvurarak tedavi olmayı ve yarar görmeyi ister. Tüm bu taleplere rağmen, bilinçaltı tedavisinin ilerlemesini engelleyici dirençler sergiler. Anksiyetenin fiziksel belirtileri sabit kalır. Buda psikoterapinin başarısını kısıtlar. Anksiyete içinde olan bireyde sadece gerilim duygusu yoktur. Anksiyetenin bedensel yansımaları olan bir çok fiziksel bulgu da bu hastalarda gözlenebilir. Bunlar arasında solunum sayısının artması, kalp sıkışması, çarpıntı, mide ülseri, karında çeşitli kramplar, psikastenik tutum sayılabilir.

Ciddi anksiyete vakalarında, yukarıda saydığımız fiziksel semptomlar, yararlı bir psikoterapinin sonuca gitmesini engeller. Bir nevi bilinçaltının direnç mekanizmaları olarak ortaya çıkar. İşte böyle durumlarda hipnoz, psikoterapinin bir ön şartı olarak karşımıza çıkar. Hipnotik trans vasıtası ile bu fiziksel semptomlar ya tamamen ortadan kaldırılır veya etkinlikleri azaltır. Bu da, daha sonra uygulanacak psikoterapinin başarı şansını artırır. Konu ile ilgili olarak Haley (1967) ve Schneck (1958) dalgalanan bir eğilim gösteren dirençli bazı semptomların hipnoz vasıtası ile değiştirilmesinden sonra uygulanan psikoterapinin daha başarılı sonuçlar verdiğini göstermiştir..

Literatürde aldığımız bir örneği buraya aktarmak, konunun izahı açısından yerinde olacaktır. “30 yaşını geçmiş, ancak henüz evlenmemiş bir bay hasta, hayatının gidişatından memnun olmadığı ve genel bir huzursuzluk şikayeti nedeni ile tedavi olmak için geldi. İş hayatında mükerrer defalar zorluklar ve sıkıntılarla karşılaşmıştı. Sık sık iş değiştirmişti. Yaptığı çalışma, bir başkasına verildiğinde bundan huzursuz oluyor ve ciddi iç çatışmalar sergiliyordu. Ardından da işten ayrılıyordu. Doktorlar tarafından yapılan gözlemlerde hastanın ambivalans bir duygu içinde olduğu görüldü. Aynı anda hem sevgi hem de nefreti yaşayabiliyordu. Bu hasta, bir çok kez psikoterapi için talepte bulunmuştu. Ancak bu girişimler, içten gelen bir istek ile hep yarıda kesilmişti. İş hayatındaki durumu da görünüşte aynı bu davranışa benziyordu. Bu hasta ile yapılan ilk görüşmelerde emosyonel sıkıntı ve zorlukları ile ilgili olarak bir tartışmaya yanaşmamıştı. Zaman zaman ciddi karın krampları geçiriyordu. Doktor tartışmanın konusunu ne zaman karın kramplarına getirse; o zaman hasta tuvalete çıkma ihtiyacı hissederek tedavi odasından ayrılıyordu. Bu durum kendisine detaylı olarak izah edilmişti. Hasta bilinçli olarak bu olayı algılıyordu ve kabul ediyordu. Ancak hastanın semptomlarında herhangi bir değişiklik olmuyordu.

Bu hastaya yapılan hipnoz uygulamalarında karın kramplarının şiddeti büyük oranda azaltılmıştı. Başlangıçta iyi bir süje değildi. İlk seansdan sonra, alınan bilgide o gece çok rahat ve huzur içinde uyuduğunu beyan etmişti. Daha sonra tekrarlanan seanslarda ise rahatlama ve gevşemesi artarak bilinçaltı dirençleri kırıldı. Bu da başarılı bir psikoterapinin kapısını açtı.”

Bu hasta, daha sonra uygulanan hipnozla kombine edilmiş psikoterapi seanslarıyla başarılı bir şekilde tedavi edildi. Uygun olan hastalarda hipnoterapinin tatbik edilmesi ve hastaların bundan mahrum edilmemesi gerekir.

Makalenin yayınlandığı dergi “Psikonevrologiya Meseleleri 17 nci Burahılış. Azerbaycan Psihiatriya Assosiasiyası, Azerbaycan Nevrologiya Assosiasiyası 1997 Bakü Sahife: 27-34”

[1] Azerbaycan Tıp Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi

[2] Azerbaycan Tıp Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Azerbaycan Psikiyatri Birliği Başkanı

There are no comments yet.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked (*).

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>