Sık sık, bir insanın karakterini tanımlamanın en iyi yolunun, kişi karşılaştığı zaman kendini en derin ve yoğun biçimde aktif ve canlı hissettiği belirli zihinsel ve ahlaki tutumu arayıp bulmak olacağını düşünmüşümdür. Bu tip anlarda içeride konuşan ve “Bu gerçek benim!” diyen bir ses vardır.

Karısına bir mektupta William James, 1878

 

Gerçek Kendiliğin Gelişimi

James F. Masterson

Kendilik kavramı uzun zamandır gündemdedir. Şair ve filozoflar kendilik kavramını ele almışlar ve antik çağlardan beri düşünceli erkek ve kadınlar kendi gerçek doğalarını ve yaşamlarının amacını her durup düşündükçe bu konuyla ilgili yazmışlardır. Freud uygulama yapmaya başladığından beri psikologlar ve psikanalistler en az yüz yıldır kendiliği analiz ediyorlar; ve geçen yüzyıl içinde özellikle Freud ve Jung’un psikodinamik teorileri kitleselleştirmeleri, kendiliğin temel psikolojik unsurları tartışmasının popüler literatüre girmesine izin vermiştir. Geçen 25 yıl içinde kendilik kavramının neredeyse ulusal bir obsesyon haline gelişini izledik. 1960’ların “kendine ait olanı yap” öğüdünden 1970’lerin Bencil Kuşak’ına, Christopher Lasch’ın deyimiyle “narsisizm kültürü” tüm alanlarda popüler düşünce oldu. Kendilik ifadesi, alternatif yaşam tarzı, yeni video teknolojileriyle gelen artistik patlama, 1980’lerin “yeni çağ” dönüşümsel terapileri bize sıkça Polonius’un Leartes’e verdiği “kendine dürüst ol” öğüdünü hatırlatır.

Kendilik üzerine bir çok aldatmacadan sonra bu konuda ikinci bir kitaba ihtiyacımız yoktur diye düşünülebilir. Eğer insanlık tarihindeki herhangi bir kuşak kendiliğin amacı ve doğası hakkında bir uzman ortaya çıkaracaksa bu bizim kuşağımız olmalıdır. Ancak şairler, filozoflar ve hatta birçok psikoterapist kendiliğe klinik açıdan yaklaşmıyorlar. Onlar kendiliğin kökenleri, gelişimi ve kapasiteleri açısından analitik olarak çalışmamış olsalar da çalışmaları ilham verici, poztif ve motive edici olabilir. Analistler teorik ikna ediciliklerine bağlı olarak, kendiliğin psikolojik karmaşıklığını, erken çocukluktaki gelişimini ve kişilikteki işleyişini incelemek pahasına kendiliği küçümsemek ya da önemle vurgulamak eğiliminde olmuşlardır.

Psikoanalistlerin babası olarak Freud, bu alandaki erken öncülere sadece kaba hatlarıyla kendilikle ilgili çalışamaları cesaretlendirecek yolu açmıştır. Freud başlıca içgüdüsel dürtülerle –cinsellik ve agresyon- ilgilenmiş ve kendilik konusunu az çok hafife almıştır. Normal gelişimdeki ve nevrozların gelişimindeki ödipal çatışmanın ve kastrasyon kaygısının etkileriyle ilgili çalışmaları sırasında Freud pre-ödipal gelişiminin ana hatlarını belirlemiş ve bu yüzden kendiliğin pre-ödipal gelişimini kabataslak tanımlamıştır; ödipal safhasını inceleme araştırmaları enerjisinin büyük bir kısmını almış ve kendiliğin erken gelişiminin ileri ve daha derin araştırmaları başkalarına kalmıştır.

İlk psikoanalistler Freud’un yolunu kendilik üzerine dolaylı olarak çok şey söyleyerek ve yazarak takip etmişler, ancak nasıl yapılandırıldığını ve nasıl işlediğini anlamakla ilgili net olarak odaklanmış bir çalışma yapılmamıştır.

Psikoanalist nesillerinin kendilik konusunun çok dışına çıkmalarına yol açan bir faktör de, yakın zamanda Bruno Bettelheim tarafından işaret edilen talihsiz gerçek, Freun’un “ruh” diye adlandırdığı kendilikten bahsettiğinde bu terimin çeviride anlam kaybına uğramış olmasıydı. Onun ünlü “… ruhun üç yetki alanı,” daha uygar terimlerle ben, o, ve ben-üstü, ego id ve süperego olarak tercüme edilmiştir. Freud’un ”ruhun yapısı” olarak adlandırdığı “zihinsel aygıt” ve “zihinsel organizasyon” ibaresi “ruhsal organizasyon” olarak tercüme edilmiş ve tüm bunlar Freud’un insan ruhunun gizemi üzerine değil insan zihninin mekaniğiyle alakadar olduğu izlenimini beslemiştir1. Terimin on yıllar içinde kaybolmuş olması ironiktir, çünkü kendi psikoanaliz sisteminin anlaşılması için kişinin ruh veya kendilik açısından düşünme zorunluluğu Freud inancıydı.

Freud “kendilik” ile ilgili konuşurken ich kelimesini iki anlamda kullanmıştır: Bütün insan olarak kendilik ve basitçe zihnin egosu veya temsilcisi olarak kendilik. Bu iki kavram, kendilikle ilgili psikoanalitik felsefesinin iki ayrı okulunun oluşmasına ilham ederek bugüne kadar gelmiştir. İki kavram arasındaki fark, 1912’de Freud ve Carl Jung’un arasındaki klasik bölünmede göze çarpan bir biçimde tanımlanmıştır.

Her ikisi de insanın psikozu neden ve nasıl geliştirdiğine ilgi duymuş, ancak hayatın erken dönemiyle ilgili farklı problemleri hedef almışlardır. Freud’a göre psikotik, ödipal evreye ulaşmış ve sonra ödipal çatışmanın –anneye olan cinsel düşkünlük ve ardından gelen baba ile rekabet- fazla tehditkar olduğunu keşfederek çatışmadan kaçınabileceği pre-ödipal evre öncesine regrese olmuştur. Jung, diğer bir taraftan psikotiğin kendiliğinin hiç bir zaman ödipal düzeye ulaşmadığını, gelişimin kendiliğin asıl kaygısının anne ile kendi kimliğinden meydana gelme girişiminde bulunduğu pre-ödipal evrede tıkandığını hissetmiştir. O zamanlar, Jung büyük olasılıkla gerçeğe Freud’dan daha çok yakındı.

Jung kişinin birliğe, bütünlüğe ve en üst insani emellere olan gereksinimini ifade eden kendiliği ilksel imge veya arketip olarak vurgulamıştı. Bütünlüğe olan bu odak, psikoanalitik felsefenin holistik (bütüncül) okulunun ne halini alacağını tanımlamıştır ve Jungcular için intrapsişik esastan, ego, id ve süperegonun ve onların çatışık rollerinin öneminden başka bir yöne doğru değişimi başlatmıştır. “Bütün insan” genel kanısının eşiğinde olunduğu zamanlarda, bütün kendilik kavramı erken dönem gelişimin bilinçdışının içeriğine katkısını küçümsemiştir. Bu, bireysel insanın özgün intrapsişik yapısından bir şekilde bağımsız olarak çalışan kolektif bilinçdışını birincil öneme yerleştirerek, bilinçdışını kişisel ve kolektif bilinçdışı olarak ayırmıştır. Böyle yaparak Jungcular, tüm insanların ortaklaşa paylaştığı bilinçdışı yapılarına karşı bireysel bilinçdışının derinliğini önemsiz göstermişlerdir.

Diğer taraftan Freudcular, zihnin bir temsilcisi olan ego olarak ich üzerine konsantre olmuşlardır. Onların kendilik kavramı, soyut bir teşekkül ya da neredeyse kişinin bireyselliğinden kopmuş bir dizi mekanik prensiplerle çalışan bir temsilci gibi olmaya eğilim göstermiştir2.

Yakın zamanlarda Hartmann ve Jacobson gibi Freudcu ego psikologları arasındaki bir akım, bu can alıcı kanıyı yeniden canlandırarak ve id, ego ve süperegonun klasik teorisi bağlamı içine yerleştirerek, kendilik fikrini Freudyen kurama tanıtmıştır. Bununla birlikte, vurguları hala kendiliğin daha özel, yaratıcı yönleri üzerine odaklanmış değildir.3

Gerekli olan, Freudyen okulun vurgusunu erken dönem gelişimin intrapsişik yapılar (ego, id, süperego) üzerindeki karmaşık etkilerini, kişisel sübjektifliğin ve daha holistik (bütüncül) teorilerin yaratıcılığının tanınmasıyla birleştiren bir yaklaşımdır. Daha bütün bir kendilik -benim adlandırmamla gerçek kendilik- kuramı, Freudyenlerin azımsadığı (başarılı terapinin esasının bir parçası olarak değil ikinci derecede olan getirileri olarak değerlendirdiği) bireyin yaratıcılık ve öznel deneyim yönleri kadar Jungcuların gözden kaçırdıkları intrapsişik derinliği de hesaba katmak zorundadır. Bütün insanı vurgulamak için ne egonun öneminden çekinmemizin, ne de yaratıcılığın serbest bırakılışınının terapinin başlıca bir sonucu olabileceğini tanımak için intrapsişik yapıları ve aralarındaki çatışmaları azımsamamızın gerekliliğine inanmıyorum. Yaratıcılık terapinin bir yan ürünü olmaktan ötedir; o doğrudan bir sonuç olabilir. İntrapsişik vurgu kendiliğin tecrübeye dayanan özgün gelişimleri içinde bir yer tutmaya devam ederken bilinçdışının derinliklerine inebilir. Gerçek kendilik kavramı bütün insanın intrapsişik ve özgün bireysel yönlerinin her ikisini de içerir.

Nesne ilişkileri teorisi perspektifinden gerçek kendilik, kendiliğin ve önemli başkalarının intrapisişik imgelerinin toplamının yanısıra, o imgeler tarafından rehberlik edilen ortam içindeki eylem kapasitelerinin beraberinde o imgelerle ilintili duygulardan oluşmuştur. Gerçek kendiliğin imgeleri genellikle gerçeklikten ve daha küçük bir ölçüde fantezilerden –kişinin ne olduğunun yanısıra ne olmak istediğinden- türemiş ve güdüleri psişik dengeyi sağlamanın bir yolu olarak gerçeklik görevlerinin hakimiyetine doğru yöneltilmiştir. Diğer yandan, sahte kendilik genellikle çocuğa özgü fantezilerden türemiştir ve güdüleri gerçeklik görevleriyle başa çıkmak için değil, savunmacı fantezileri yerine getirmek içindir: Örneğin, kendilik aktivasyonunun, sonrasında “iyi hissetme”nin bir yolu haline gelen gözetiliyor olma fantezisini geliştirmesini önleme. Sahte kendiliğin amacı uyumla değil, savunmayla ilgilidir; acı dolu duygulara karşı korur. Başka bir deyişle, sahte kendilik gerçekliğe hakim olmak için değil, acı dolu duygulardan kaçınmak için hareket eder, bu gerçekliğin hakimiyeti pahasına ulaştığı bir hedeftir.

Gerçek kendilik genellikle, bireyin ve dünyanın imgelerini ve temsillerini yaratan, çeşitli imgelerin sürekliliğini ve ilintililiğini sağlamanın yanısıra, eşşiz bireysel isteklerimizi belirleyen ve onları gerçekliğin içinde ifade eden bilinç olarak görülebilir. Gerçek kendilik tüm kendilik imgelerimizden ve ayrıca onları birbirleriyle bağlantılandırma ve özgün bir birey oluşturken onları tanıma becerisinden meydana gelir. Bu kendilik imgeleri kendimizle ilgili sahip olduğumuz özel zaman ve belirli durumlara ait imgelerdir. Bunlar, ister bilinçli veya bilinçsiz, ister gerçekçi veya çarpıtılmış olsunlar vücut imgelerimizi de içerirler. Gerçek kendilik, kişinin kendi içindeki, mekan ve zaman aracılığıyla sürüp giden, türlü parçalarının nasıl değiştiği ve dönüştüğüne bakmaksızın eşsiz bir varlık olarak devam eden o özel “birisi”ni fark etmesine izin verir.

Gerçek kendilik ve ego kavramlarını tamamen ve açık bir biçimde ayırmayı denemek karmaşıklığa yol açabilir. Sadece Freud’un kendisi bu ayrımı yapmamış değil, tanımlar da teorik perspektife göre değişiklik gösterirler. Ego psikolojisi perspektifinden, gerçek kendilik ve fonksiyonları “ego” terimi içine alınmıştır. Nesne ilişkileri perspektifinden gerçek kendilik, egoyu değil, egonun geri kalan kısmı ego psikologları tarafından tanımlanmış olan geleneksel fonksiyonlarını yerine getirirken, bazı ego fonksiyonlarından onun görevini yerine getirmek için faydalanarak paralel partneri olarak fonksiyonları kapsar.

Ego savunma mekanizmaları aracılığıyla, id, süperego ve gerçeklik arasındaki içsel etkileşimi düzenleyerek intrapsişik denge sağlar. Buna ek olarak, gerçek kendiliğe görevleri konusunda da yardımcı olur. Örneğin, gerçeklik alıgısı bir gerçeklik görevini devam ettirmek için gereklidir. Kendilik, ego fonksiyonlarının temsili yönlerine sahip olmanın yanısıra, kişinin özgün arzularını tanımlayan ve ifade eden kendine ait gündeme sahip olduğu için, egonun temsili partneri olmaktan daha fazlası olmakla beraber, egonun temsili partneri olarak düşünülebilir. Ego, ayrıca id ego ve süperego arasındaki dengeyi sağlaması yüzünden, kendiliğin idari kolu olmaktan daha fazlası olmakla beraber, kendiliğin idari kolu olarak düşünülebilir.

Erik Erikson’un kalp ve akciğer anolojisi, egonun otomatik düzenleyici rolü olan bilinçdışını anlamada yardımcı olmuştur. Kalp ve akciğerlerimizin fiziksel dengemizi sağlamak için biz farkında olmadan otomatik olarak çalışması gibi, ego savunma mekanizmaları da bizim onları bilinçli olarak aktive etmemize gerek bırakmadan psişik dengemizi sağlar. Her gün her dakika, her eylem ve duyguyu düşünüp taşınmaktan kurtaran, nihai olarak bizim gerçek dünyada anlamlı işlev görme becerimizin önünü kesecek olan, depolanmış intrapsişik anıların ve alışkanlıklar haznesine güvenebiliriz. Erikson her kişisel kimliğin, kendi deyimiyle ego yönü ve kendilik yönü olduğunu ayrıca izah eder. Kendilik yönü (veya kendilik kimliği), ego yönü (veya ego kimliği) bireyin psikososyal deneyimlerinde oluşan çeşitli kendilik imgelerini başarılı bir biçimde bütünleştirdiğinde ve sentezlediğinde ortaya çıkar4; daha basit terimlerle, bir ilişki veya bir görevi kendinize ait özgün stilinizi kullanarak başardığınızda, deneyim kendi kendilik imgenizi sağlamlaştırmak için bütünleştirilir.

Gerçek kendilik, kendilik imgelerinin ve davranışların kendimize ait olduklarını ve kendimizin dürüst ifadeleri olarak tanıyabilelim diye, onların nasıl bağlantılı olduğunu görmemize izin vererek çeşitli alt imgelerin birbirine bağlı olmasını sağlar. Kimliğimizin sürekliliğini ve özgünlüğünü ifade etmeye devam edebilmemiz ve “gerçek” hissedebilmemiz için gerçek kendilik, temel, ayrı, özgün kimliğimizin farkında olmamızın devamlılığını sağlar ve durumların değişmesine yaratıcı bir şekilde uyum sağlamamıza izin verir.

Bizler daha çok, biçim, motif ve komposizyonlar oluşturan ve geliştiren renkli cam parçaları gibi, parçalar aynı kaldığı halde her daim değişen, kendilik imgelerimizin bir kaleydeskopu gibiyizdir. Her ne kadar değişirsek değişelim, içimizdeki temel birşey var olan durumunu koruduğunu öne sürerek, yer değiştiren motifler her zaman birbirlerine benzerler ve birbirlerinin çeşitlemeleri gibidirler. Hayatımızın kaleydeskopundan görebileceğimiz kendilik imgelerine ek olarak başka bir kendilik daha vardır: Parçaların düşmesine ve yeniden bir araya gelmesine ve yeni motifler oluşturmasına izin vererek, boruyu ısığa doğru tutan ve akıbeti değiştiren bir kendilik. Bu, gerçek kendiliğin yaşamımızın motiflerini dışa vuran, düzenleyen ve gözlemleyen işlevsel yönüdür.

Malcolm Cowley anılarını 85 yaşında yazdığında, “Ben kimim?” sorusuyla değil, “Ben kim idim?” sorusuyla ilgilenmiştir. Keşfettikleri her zaman umdukları değildi, ama kendi hayatını ve anılarını kağıda dökme işleminin ona, “muhtemelen gerçek ben olan kişiyi”5 göstereceğini umdu. Bir otobiyografi veya anı yazarak ya da yaşantımıza ciddi biçimde her dönüp baktığımızda, kendimizin bir çok rolden, olaydan, insandan, davranışlardan, fikirlerden, umutlardan, hayal kırıklıklarından ve başarılardan oluşan tek bir hayatın kaleydeskopik bir görüntüsüyle karşılaşırız. Gerçek kendiliğin hakiki yansımaları olarak, her biri aynı mıydı? Hangi yönlerde “aynı” veya değil di? Ve bugün olduğumuz özgün bireye katkıda bulunan, süregiden uslüpta hala gerçekler mi?

Kendi hayatınıza geriye dönüp bakarak veya durup o anda nerede olduğunuzu ve nereden geldiğinizi düşünerek, intrapsişik gerçek kendiliğinizi yansıtan çeşitli ayrı kendilik imgelerinin farkına varabilirsiniz. Bunların çoğu ilişkilere dayalıdır: Erkek evlat, kız evlat, erkek kardeş, kız kardeş, koca, karı, ebeveyn, arkadaş, komşu, düşman. Birçok kendilik imgesi işimiz ve hobilerimizden türer: Doktor, sekreter, avukat, öğretmen, satış elemanı, poker oyuncusu, koşucu, şair, sanatçı, yüzücü. Ayrıca, şimdi ya da önceden üyesi olduğumuz kulüpler, organizasyonlar ve enstitüler de gerçek kendiliğimizi tamamlar: Cumhuriyetçi, Demokrat, Katolik, Musevi, Elk Gençler Ligi Üyesi, İzci. Her birimiz bir çok şapka takarız, birçok rol oynarız, birçok köprüyü yeniden ve yeniden geçeriz. Kişisel ve mesleki kendilik imgelerimiz vardır, bazıları sadece bizim ve en yakınımızdakiler tarafından bilinir, diğerleri açıkça herkesin görebileceği biçimde sergilenir.

Gerçek kendiliğin rehberliğinde yıllar içinde değişen bireysel isteklerimizi tanımlayabilir ve hayatlarımızda onlara ulaşmak için gerçekçi yollar keşfedebiliriz. Gerçek kendilik, uygun iş, yaşam biçimi veya eşi bularak, gerçek dünyadaki bireysel yerimizi oluşturmak için atılacak adımları atmaya izin verir. Hayatlarımız o zaman intrapsişik gerçek kendilik ile dış çevre arasındaki uyumlu bir etkileşimle –ilintili bir etki olarak özsaygımızın devamlılığını sağlayarak- karakterize olur.

Gerçek kendilik çeşitli, hatta çelişkili olan kendilik imgelerini kabul edebilir ve ayarlayabilir ve herhangi göze çarpan, geçici karışıklığı çözebilir. Hayatlarımızın türlü yönlerini bir bütün oluşturmak için kaynaştırabilir. Davranışımızın birçoğunu güdüleyen yolgösterici sistemi haline gelir ve o davranışı uygun bir rotada tutar. Gerçek kendilik, anılarını yazan kişi olduğu kadar, geçmişteki olmuş olduğu çeşitli kişilerdir de. Gerçek kendilik hepsini bütün bir yaşam, bütün bir kendilik oluşturmak için nasıl ilişkilendireceğini bilir. Gerçek kendilik bugünkü bizim, yıllar içinde bize uygun hale getirilmiş birçok kendilik imgelerini düzenlemiş olan, durmadan değişen rollerin, davranışların ve koşulların bir ürünü olduğumuzu anlar. O zaman bize uygunlardı ve gerçek kendiliğin bilgeliğinden bakıldığında, bugün de uygunlar.

Yaklaşık 25 yıl öncesine kadar, psikolojik gelişim hakkındaki bildikleriminiz birçoğu, terapide çocukluk deneyimlerini hatırlayan ve aktaran hastalardan derleniyordu ve konu olan anılardaki kaçınılmaz boşluk ve çarpıtmaların sıkıntısını çekiyordu. Margaret Mahler’in belirttiği gibi, normal gelişimle ilgili bilgimiz genelde hastaların yanlış gidenlerle ilgili anlattıklarından çekip alınmış olanlardı. Daha da iyisi, Mahler’in normal küçük çocuklar ve anneleriyle birfiil yüz yüze çalışmaları sayesinde öğrenirken, “doğru gidenin ne olduğu”nun bir resminin parçalarını birleştirmemizdi.

1950ler’in sonunda Mahler ve diğerleriyle başlayan, normal sağlıklı 2 ve 3 yaşındaki çocukların anneleriyle gerçek hayat olayları içinde gözlem çalışmaları, çocuğun anneden fiziksel ve psikolojik olarak ayrışma ve ayrı, özerk bir gerçek kendilik geliştirmede başarılı girişimleriyle ilgili olan süreçleri anlamamıza çok büyük katkı sağlamıştır. Çocuklar ve anneleri üzerine uzun yıllara yayılan gözlemlere dayanarak, psikoanalistler ve psikologlar gelişimin, bir çocuğun hayat boyu kendiyle kalacak başa çıkma örüntülerinin birçoğunu oluşturarak gerçek bir kendilik geliştirdiği ve onu kendi özgün kişiliği aracılığıyla ifade etmeyi öğrendiği çeşitli evrelerini tanımlamışlardır.

Gerçek kendiliğin yapı taşlarının, biyolojik yapıdan (bugüne kadar araştırmalar, bu yapı taşlarının tam olarak neden meydana geldiğini veya hangi dereceye kadar kendiliğin gelişimini etkilediğini ortaya çıkaramamış olmasına rağmen), çocuğun kendi vücudundan propriyoseptif ve duyusal duyuların deneyimlerinden, çevreyle baş etme ustalığını artırmaktan aldığı hazdan meydana geldiğini öğrendik. İlk yıllarda gelişim, anne veya asıl bakıcıyla etkileşimler aracılığıyla meydana gelir. Mahler’in açıklayış biçimiyle, “Buraya kadar bebeğin benlik algısının gelişimi anneye bağımlılık bağlamında meydana geldiğinden, sonucu olan benlik algısı annenin bakımının damgasını taşıyacaktır.”6

Yeni doğmuş bir bebeğin başlıca bir tek hedefi vardır: Rahatlık, yani, haz arayışı ve acıdan kaçınma. Her insan organizması gibi bebek de, açlık ve iç rahatsızlık olarak dolu idrar kesesi veya dış hoşnutsuzluk olarak havasız, fazla sıcak çocuk odası gibi, içeten ve dıştan kaynaklanan çeşitli tiplerde rahatsızlıklar deneyimler. Çocuk dolu idrar kesesinin çaresine bakabilir ve bakar da; fazla ısıtılmış oda onun araçlarının ötesindedir. Hassas bir anne veya baba, elbette odanın sıcaklığını düşürecek veya pencereyi açacaktır.

Uzun yıllar boyunca, ilk üç ay boyunca bebeğin ebeveynlere göre davranan pasif bir boş sayfa olduğu düşünüldü.7 Son yıllarda ikinci bir bebek gözlem araştırmacı dalgası, yeni araştırma teknikleriyle araştırmalarını bu üç ay üzerine odakladılar ve bulguları boş sayfa teorisini şiddetli bir biçimde değiştirdi. Bebeğin algısal kapasitelerinin çok erken ortaya çıktığını tespit ettiler: Dört haftalıkken bebek anne ve babası için özel bir tepki geliştirdiğini ve yedinci haftadan itibaren bebeğin görsel gözlemleri düzenleyebildiğini. Böylelikle, bebek gelişiminin en başlarında bakıcılarıyla aktif bir diyalog aracılığıyla çok daha aktif bir partner haline gelir. Bir çok çağdaş insanın bir önceki kuşaklardaki taydaşlarına oranla ebeveynlikle çok daha fazla ilgilenmesi ve yer alması gerçeğine rağmen, bir çok ailede anne özellikle bebeğin hayatının ilk aylarında hala esas bakıcıdır. Belirli deneyim ve duygular arasındaki nitelendirme sebebiyle bebek iki ebeveyni de bağlıyordur. Öyleyse bu diyalog kendiliğin ortaya çıkışında hayati önem taşır hale gelir.

Hayatın bu noktasında, bebek anneye hala “kaynaşık” hisseder. Henüz ‘’ben’’ ve “ben olmayan” algısı yoktur. Doğum işlemi bebeği anneden fiziksel olarak ayırmıştır, fakat bebek kendini ve annesini intrapsişik olarak algılıyor olduğundan henüz bir ayrılık gerçekleşmemiştir. Bebeğin bakış açısından, o ve anne hala tektir ve çevredeki herşey onun ve annenin bir parçasıdır.

Bununla beraber, iki veya üç ay sonra bebek kendi tenini fark etmeye ve yavaşça kendi sınırları olduğunu öğrenmeye başladıkça işler değişmeye başlar. “İç” ve “dış” kavramları henüz bulanık olmasına rağmen, annesi de dahil olmak üzere bazı şeylerin kendi dışında olduğunun farkındalığını geliştirmeye başlar. Bu algı geliştikçe, çok ilkel bir düzeyde bazı ihtiyaçların sadece anne tarafından karşılandığını, hoş duyguları getirenin ve hoş olmayanları rahatlatanın bebek değil anne olduğu fark eder. Bütün bunlara rağmen, anne onun yörüngesinde gidip geldiği için, aslında artık bedensel bir parça olmasa bile henüz kendinin bir parçası olarak algılanır.

O bebeğin gizemli bir parçası, kendisinden farklı olan diğer yarısı, mutlak güce sahip bir partneri veya işleri düzenleyen ve kendi ihtiyaçlarını ister süt, ister bezinin değiştirilmesi veya ister rahatlatan bir kucaklama olsun karşılayan kendi varlığının bir kutbudur. Bebek giderek kendi esenlik duygusu için annenin vazgeçilmez olduğunun farkına varır. Bebeğin anne ve annenin eylemleriyle kendini özdeşleştirir hale ulaşması için anne her algının, eylemin, kavrayışın ve her bilgi parçasının aracılığını yaparak onun hayatının ana düzenleyicisidir; ve çocuk kendi iç düzenleyicisini geliştirene kadar çocuk için düzenlemeye devam edecektir.

Bu ikinci ve üçüncü ay süresince bebek annesinin yüzüne daha anlaşılır şekilde bakacaktır ve annenin gözlerine daha yakından odaklanacaktır. Sonunda dördüncü ve beşinci ayda, sadece anne için yüzünde beliren belirli gülümsemeyle onunla olan özel bağı ifade eder. Bu dönemden önce, bebek belirli olmayan, hemşirelerden büyükanne ve büyükbabalara kadar herkesi cezbeden sosyal bir gülümseme kullanır, ancak kabul etmekten nefret etsek de, bebek bununla kişiye özel birşey anlatmak istemez. Anne için olan özel gülümseme, bununla birlikte farklıdır. Birşey anlatır. Anne odaya veya görüntüye girdiğinde, bebek anneyi bu özel sevinç gülümsemesiyle onurlandırır ve böyle yaparak, onunla ve sadece onunla olduğunu anlamaya başladığı eşsiz ilişkiyi onurlandırır.

Gelişimin bu evresinde bebek uyanıkken daha çok tetiktedir. Dikkat daha net bir biçimde dışarıya doğru çevreye doğultulmuş ve daha sabit, daha süreklidir. Bebek tetikte oluşun bir içine bir dışına birkaç hafta önceki kadar çekilmez. Kendisiyle daha az meşgul görünür. Etrafındaki dünyaya daha çabuk ve daha tahmin edilir cevaplar verir. Altıncı ayda bebek annesinin ağzına yiyecek koymaya çalışarak, onun saçlarını, burnunu, gözlüklerini, kolyesini çekiyordur. Artık anne bazen bebeği kucakladığında, bebeğin annenin daha iyi bir görüntüsünü elde edebilmek için vücudunu katılaştırıp uzağa itmeye çabalayacağını fark ederiz. Yeni doğduğunda bebeğin sembiyotik olarak anneyle kaynaşmış hissettiğini gösteren metaforik bir duruşla bebeğin vücudu annenin vücut ve kollarının şeklini kolayca ve rahatca alıyordu.

Artık o birşey(ler) daha ister. Annenin yüzünü ve vücudunu, hatta ikisinin etrafındaki çevreyi annesinin kollarında güvenilir ve emniyetli stratejik noktasından tarayarak anneyi dikkatle izler. Çok geçmeden körpe insanın ‘’ben‘’ algısı ‘’anne’’ ve ‘’dünya’’dan farklıdır. Doyrulmanın, ağlamanın, kucaklanmanın ve üstüne titrenmenin bu gün ve gecelerinde, çocuğun kendilik algısı etrafındaki dünyadan ayrılacak ve hayatı boyunca devam edecek bir kendilik ortaya çıkmaya başlar.

Bebek öncelikle bu yeni kimliği, kendini hissederek, kendinin orada olduğundan emin olarak kendi parmaklarına, ellirine, kollarına ve ayak parmaklarına daha çok dikkatini vererek fiziksel bir yolla bulur. Hareketlerini bir aynada izler. 12–18 ay itibariyle bebek aynadaki imgenin kendisi olduğunu tanır. Onu gösterir ve kendi adını söyler veya kişisel bir zamir kullanır ya da henüz konuşmuyorsa, aynayı ve sonra gururla kendisini gösterir.

Onyedinci veya onsekizinci aylardan çocuk yaklaşık bir buçuk yaşına gelene kadar olan evrede, gerçek kendilik dünyanın harikalarını keşfetmenin sonsuz deneysel girişimleri tarafından aktive edilir; ve gerçektende, dünyadaki herşey aslında harikadır. Çocuk dik oturmayı, kaçmayı, emeklemeyi ve yürümeyi öğrendikçe, çocuğun ‘’hayatla aşk ilişkisi” olur. Oyuncaklarla oynar, dokunur ve ağzına götürebileceği her şeyi tadar. Kendi kendine dik oturdukça, bir sandalyeye veya bir mobilyanın bir bölümüne tutunarak ayakta durdukça ve yürümeyi öğrendikçe, dünyanın yeni bir görsel perspektifini elde eder.

Bu ortaya çıkan kendiliğin keşiflerinde annenin ilgi ve coşkusuyla yakıtlanarak, çocuk eşzamanlı olarak, daha sonra gerçek kendiliğin kapasiteleri -kendilik aktivasyonu, kendilik ifadesi ve yaratıcılık- halini alacak olan psikolojik becerilerin olduğu kadar, o keşifleri yapmak için gerekli olan motor becerilerinin alıştırmasını yapar. Bu evrede, anneliğin niteliği çok önemlidir. Annenin, çocuğun ortaya çıkan kendiliğinden gelen ipuçları ve sinyalleri algılama yeteneği, kendilik ifadesinde ve yaratıcılıktaki serbestliği, hayal gücü –bütün bunlar- çocuğun gerçek kendiliğinin büyüdüğü ve geliştiği bereketli toprağı oluşturur.

Çok geçmeden çocuk kendi başına ilk adımını atar. Gerçekten kendi başına yürüdüğünde, kendi ve annesi arasına daha çok fiziksel mesafe koydukça dünya daha büyük bir arena halini alır. Narsisizm doruktadır. Çocuk oyuncakları arayabilecek, eşyaları kendi başına kaldırabilecek, onları hissedebilecek, tadabilecek ve büyüklere götürebilecektir. Omnipotent, neredeyse güçle sarhoş, kendi sınırlamalarından habersiz, keşifleriyle ve annenin sınırlayıcı dünyasından kurtuluşuyla meşgul ve kıvançlıdır. Düşmeler ve çarpmalar veya diğer hüsranlar bile onu durduramıyordur.

Ve henüz küçük kâşif görünebileceği kadar korkusuz değildir. Dünya istiridyesi olabilir, ancak anne hala üssüdür. Çocuk anın heyecanında kaybolarak kaçar, ancak sıksık anneye geri döner. Çocuk basit bir şekilde onun bacaklarına kısaca dokunmak veya eteğini kavramak için geri gelebilir. Muhtemelen topu veya legoyu veya çıngırağı kucağına atmak istiyordur. Tekrar tekrar duygusal yakıtlanma, annenin hala orada olduğu güvencesi için geri döner.

Çok eski bir oyun olan cee eğlenceden fazlasıdır. Oyun, gerçek kendilik ikileminin mini–draması haline gelir. Aslında anneyle gerçekten kaynaşık olmamasına sevinerek çocuk oyunda bir şeyin arkasına saklanır ve geçici olarak annenin imgesini kaybeder; ve henüz çok fazla ayrılığa henüz tahammül edemiyormuşcasına, çarçabuk annesinin yüzünün yeniden belirmesini sağlar. Çocuk hayatın geri kalanı için önemli olacak can alıcı görevlerin alıştırmasını yapıyordur: Ayrı olup yine de diğerlerinden yakınlığı ve uzaklığı aşmak, uzaklaşma ve geri gelme, yalıtıma tahammül etme (hatta zorlama) ve eş bulma, yalnız ama sosyal olma, kendi ve başkaları için olma becerisi.

Sadece fazla uzağa kaçmadan annenin onu kollarına alması için annenin kendi peşini bırakmamasını sağlamak amacıyla, nereye gittiğine aldırmadan anneden uzağa kaçmanın basit numarasını örnek olarak alalım. Neredeyse numara üzerinde karşılıklı anlaşmaya varılmış gibi, çocuğun tümüyle kaçmaya niyeti yoktur. Annenin onu kurtarmak ve henüz farkında olmadığı gerçek çevresel tehlikelerden olduğu kadar çocuğun kendinden korumak için orada olacağını öğreniyordur: Bahçenin sonundaki işlek caddeden, bodrumun en üst basamağından, kırılabilir nesnelerle dolu alçak sehpadan.

Cee gibi bu, kaybetme ve bulma oyunudur, kaybetmek ve anneyi ve özgürlüğü tekrar kazanmak. Bir anlamda, bir oyundur; ama diğer bir anlamda, bireyin başkalarına bağımlı olma ihtiyacını özgürlük ve bağımsızlık isteğiyle dengelemek zorunda olduğu hayatın bir çok durumuna ciddi alıştırma yapmaktır. Bu ayrıca ayrılık endişesiyle başa çıkma kapasitesini geliştirecek bir araçtır.

Çocuk kendiliğin ortaya çıkması için duygusal “kaynaklara” ihtiyaç duyar ve annenin çocuğun merak ve oyun aracılığıyla gösterdiği kendilik ifadesi ve başarıların özgün gösterilerini onayı ve desteği şeklinde bunları almak için anneye sürekli olarak dönecektir. Ama hayatının ikinci yılının sonuna yaklaşınca annenin nerede olduğuyla ilgili artan, ancak odaya dalarak ve sevinçle geri kaçarak anneyi bırakmayı ve ona dönmeyi alıştırma yaptığı zamanki daha önceki aylardaki kadar yoğun ve dikkat çekici olmayan bir endişe geliştirir. Gerçekte, yeni endişe hiç de alıştırma gibi gözükmez. Ciddi bir iştir. Bunu çocuğun yüzünde görebiliriz -kaygılı, incinmiş, huysuz, hatta bazen paniğe kapılmış görünür.

Hatta yürüme yeteneği ve dünyaya hükmetmesi arttıkça, çocuğun tamamen kendi başına olmadığının güvencesine ihtiyacı da artar. Çocuk büyüyen bağımsızlığını, annenin onun hayatını paylaştığı ve anneden ayrı olarak kendi çabası sonucunda ayrı, özerk bir birey olarak gelişmek için mücadele eden gayretlerini desteklediği güvencesiyle dengelemek zorundadır. Çocuk hem annenin yüreklendirici varlığına, hem de ondan uzakta alana ihtiyaç duyar. Dünyayı kendi başına keşfetme isteği anneyle tekrar birleşme arzusu tarafından kuvvetlendirilir ve hatta bu arzu bile anne tarafından yutulma korkusu tarafından kuvvetlendirilir. Hayat artık, anneyi görsel olarak ”gölgeleme”, anneyi görüntüde tutma ve ondan uzağa savrulma arasında gidip gelen bir çeşit dans halini alır. Hatta başka bir odada yalnız veya bir oyun arkadaşıyla oynuyorken bile, çocuk annenin nerede olduğunu bilmeye ihtiyaç duyar ve aslında anneden yeniden yakıtlanmak, üsse dokunmak için geri koşuşturabilir. Bu ilerleme ve geri çekilme etkileşimi aracılığıyla, çocuğun tarafında sembiyotik olarak anneyle kaynaşık olmanın orijinal fantezisi kaybolur.

Güvenceye olan artan ihtiyaç, çocuğun gerçekten anneden ayrı olduğu kavrayışına paralel olur ve kavrayışı güçlendirir. Fiziksel anlamda, kendisi ve annesi arasına artan miktarlada mesafe koymayı öğrenir; ve intrapisişik düzeyde, kendisini, annesi olarak görmeyi öğreniyor olduğu nesneden ayrı bir nesne olarak deneyimler. İntrapsişik ayrılma meydana geldikçe ve gerçek kendilik ortaya çıktıkça, çocuk kendinin, kendi anne imgesinden tamamen ayrı bir imgesini geliştirir.

Çocuk artık kendi gerçek kendiliğini geliştirmenin önemli bir yol ayrımında duruyordur. Çocuk, kendi yeni embriyonik kendiliğinin ‘’yutulacağı” -anne tarafından egemen olunacağı- ve yokolacağından korkarak anneye olan ihtiyacıyla ilgili ambivalanttır. Tomurcuklanan kişiliği artık, diğer çocuklarla alışveriş içindeyken, oyuncaklarını bulurken, yetişkinler ve yabancılarla ilişki kurarken, ihtiyaçlarını giderebilecek olanlara bildirirken kendine özgü biçimlerle kendini ortaya koymayı öğrendikçe ortaya çıkıyordur. Cee’nin aksine, kaybetme ve bulma çabuk ve ani değildir. Engellenmiş durumdadır ve bir zamanlar yüksek ve şüphe edilemez olan engellenme toleransı artık daha düşüktür. Olaylar onu rahatsız eder, her zaman kendi yolunu bulamaz, yere düşer ve canı acır. Ve gerçekle bu yeni karşılaşmalarda “korkunç iki yaş (sendromu)”ı niteleyecek olan öfke nöbetlerinin kökenleri yatar.

Bu evre süresince bir çocukla yaşamak çok kolay değildir. En canayakın ve anlayışlı ebeveynlerin sinirlerini zorlayabilir. Böyle olduğu halde, bu ambivalant ve ikircikli davranışı kabul edebilen ve çocuğun ortaya çıkan gerçek kendiliğini destekleyebilen ebeveynlerin koruyucu itinası altında çocuğun gerçek kendiliğinin ortaya çıkacağı aylar bu aylardır. Kişilik gelişiminin önemli bir eşiğinde bocalar, çelişen ihtiyaçlar ve istekler tarafından hırpalanır. Yeni yürümeye başlayan çocuk annesinin yokluğunda dünyayla başa çıkmayı, ayrı olmak öğrenmek zorundadır ve bunu yapmayı öğrenme temkinlice dışarıya çıkmayı ve ayrı olmayı gerektirmektedir.

Bu ilk yıllar boyunca, çocuğun gerçek kendiliğinin gelişiminde baba önemli bir rol oynar. Çocuk başlangıçta annesiyle paylamış olduğu kaynaşmış sembiyotik birlikten annenin imgesini ayırmak zorundayken, babayla böyle bir iş gerekli değildir. Tersine baba imgesi her zaman ayrı ve uzak olmuştur, Mahler’in dediği gibi, adeta uzaydan gelerek; baba, çocuk kendisi dünyayı görmek için ilk önemli arayışına giriştiği zaman çocuğun farkına vardığı parlak zırh içinde bir çeşit şövalyedir. Tam da çocuk ona ihtiyaç duyduğunda, baba, tamamen anne-ve-çoçuk-dışı olan engin ve heyecan veren bir dünyayı temsil ederek görüntüye birden bire girer ve çıkar. Babanın belirmelerinin ve aktivitelerinin birçoğu anneninkilerle aynı olabildiği halde, çocuğu anne imgesine biricik bağımlılığından “kurtarır”. Oyuncaklar dünyası ve evin diğer büyülü odaları gibi, baba da üzerinde alıştırma yapılması gereken biridir. O farklıdır ve anne-dışı deneyim yerine geçer. Gerçekliği onun aracılığıyla keşfetmenin özel nitelikli bir çoşkunluğu vardır.

İntrapsişik düzeyde, çocuk anneninkinden uzak ve ayrı olarak, babayı ortaya çıkan kendilik imgesini sınamak için kullanabilir. Anneyle, çocuk sık sık korkutucu ve yutan bir biçimle annenin yörüngesinin içine geri emiliyor hissedebilir. Bununla birlikte, çocuk yutulma korkusu olmadan babayla kendi ötekiliği ve bireyselliğini deneyimleyebilir. Baba, kaynaşık sembiyotik bölge yerine gerçekliğin dış dünyasından gelerek sembiyotik korkuları tetiklemez. Baba, hem dünyevi gerçekliğe neşelendirici bir serüven ve çocuğun o gerçeklikle ilgili kendi intrapisişik algılarını sınayabileceği güvenli bir cennet olarak sımsıkı yerleştiğinde, çocuğun kendi bireyselliğini ve anneden önemli psikolojik ayrılmayı başarmaya devam edebileceğine ve gerçek kendiliğin güvenle ortaya çıkacağına oldukça emin olabiliriz.

Anneden psikolojik olarak ayrılmanın çapraşık sürecinde, çocuk kendi imgesini anneninkinden ayırırken, “iyi” imgeleri de “kötü” imgelerden ayırır. Süreçte, kendi “kötü” kendilik imgesini kendi “iyi” kendilik imgesinden ve taşıdığı “kötü” anne imgesini “iyi” anne imgesinden ayırarak sonlandırır.8 Çocuk iyi hissetiği –sıcak, karnı doymuş, rahat, güvenli- zamanlar süresince “iyi” bir kendilik imgesi çıkar. Kötü hissettiği -aç, yorgun, rahatsız, korkmuş- zamanlar, “kötü” bir kendilik imgesi geliştirir. Bu imgeler, iki ayrı imge olarak ayrılarak ayrı tutulur. Gerçek kendilik, daha önce işaret ettiğimiz gibi, çeşitli kendilik imgelerini bir arada tutmakta bir ustadır ve ilk görevlerinden biri, çocuk üç yaş civarındayken kendiliğin iki paralel imgesini kaynaştırmak ve bir arada tutmaktır.

Aynı çabaya, iki anne imgesi açısından da girişilmek zorundadır. Her çocuk kendinin ve annesinin iki paralel imgesini taşır: Annenin memnuniyet, rahatlık, sıcaklık, şefkat sağladığı deneyimlerden oluşan bir “iyi” anne imgesi; ve çocuğun dürtülerini engellediği, hoşnutsuzluk gösterdiği, cezalandırdığı veya aslında fiziksel olarak zarar verdiği veya çocuğa acı verdiği deneyimlerden oluşan bir “kötü” anne imgesi. Normal gelişimde gerçek kendilik bu iki anne imgesini tek olarak kaynaştırır. Zamanla çocuk hem kendi hem de annesini tam, sürekli bireyler olarak algılamayı öğrenmek zorundadır. İki kendilik, iki anne, bir iyi bir kötü yoktur. Bu fantezi çocuk kendini anneden farklılaştırdıkça ve ayırdıkça baş gösterse de, devam etmez. Ayrık nesneler tamlar olarak kaynaşırlar ve çocuk onların sürekli olduğunu öğrenir.

Tamlığın ve sürekliliğin bu kavrayışı, hayatın kendisinin muğlak, katı beyaz ve siyahtan ziyade grinin tonlarında renklenmiş olduğu kapsamlı bilginin bir parçasıdır. Küçük bir çocuk için dünya gerçekten öngörülemez ve kaleydeskopiktir; nesnelerin bir arada tuttuğu, azarlayan anneyle sarılan annenin aynı olduğu, lambayı kıran kendilikle yemeği kaşıkta dengelemeyi ve başarılı olarak ağıza götürmeyi öğrenen kendiliğin aynı olduğu gerçekçi algıyı kazanmak muazzam bir marifettir. Hayat hem ödüllendiren hem de engelleyendir. Anne de böyledir. Kendilik de.

Açıkça, çocuğun taşıdığı annenin, babanın, kendisinin ve dünyanın imgeleri genel olarak çarpıtılmış, eğilmiş ve noksan olabilir. Çocuğun fiziksel çevre algısını örnek olarak alalım. Oda, içindeki eşyalarla çok büyük görünür, yemeğin hazırlanışı gizemli ve büyülüdür, babanın sabahları gittiğinde kaybolduğu yer keşfedilmemiş bir bölgedir ve Rönesans haritalarındaki keşfedilmemiş topraklar üzerinde işaret edilmiş olduğu gibi “canavarlar burada”dır. Mesele çocuğun annenin, babanın veya dünyanın temsilinin gerçekte ne kadar doğru ve tamam olduğu değildir; her çocuğun psişik temsil grubu öznel ve noksandır. Bu dönemde önemli olan onların bütünlüğüdür. Anne ve baba imgelerimizi tamamlamak hiçbir zaman amacına ulaşmamaya mahkum hayat boyu süren bir iştir. Ancak bütünlük ayrı bir konudur. Gerçek kendiliğin hayatın bu erken yaşında nesnelerin bütün olduğunu ve hem iyi hem de kötü yönlerini bünyesinde topladığını öğrenme becerisi vardır, ancak güçlükle. Bir kendilik ve bir anne vardır.

Bölme iyileşirken aynı zamanda, çocuk, anneyle özdeşleşme aracılığıyla, fonksiyonları kendi için yerine getirecek kadar egosu gelişmeden önce annenin onun için yerine getirdiği fonksiyonları içselleştirir. Şimdi kendi ego fonksiyonları üzerinde kontrolü üstlenmeye başlar. Daha iyi gerçeklik algısı, engellenme toleransı, dürtü kontrolü ve ego sınırları geliştirir.

İmgelerin iyi ve kötü bileşenlerinde bölünmüş kalmayı sürdürmesine izin vermek yerine, çocuk negatif yönleri bilinçdışına bastırmayı öğrenir. Kişilik gelişimi bastırmaya bağlıdır, çünkü bastırılmış olan itki ve duygular bilinçdışına yüceltme için girerler. Yaratıcılığın hammaddesi, doktor, avukat, anne, baba olma isteklerimize yakıt sağlayacak enerji havuzu haline gelirler. Eğer kişi bastıramazsa, kişi yüceltemez, çünkü hayata yaratıcı ve başarılı biçimlerde karşılayacak psişik enerji yoktur.

En iyi aile durumlarında, deneme ve yanılma –çocuğun tarafında olduğu kadar ebeveynlerin tarafında da-, aşama aşama çocuğun, dünyanın ne tamamen tehdit eden ne de tamamen keyif veren bir yer olmadığı, belirsiz bir yer, zıtlıkların arenası olduğu güvenini inşa eder: Güvenlik ve tehlike, başarı ve başarısızlık, konfor ve acı, güç ve çaresizlik, arkadaşlık ve yalnızlık. Engellenme ve keder zamanları kadar, mutluluk ve sevinç anları olacaktır. Hepsinden önemlisi, çocuk annesinin de iyi ve kötü nitelikleri barındırdığını öğrenir. Bazı zamanlarda ödüllendirir ve memnun eder; diğer zamanlarda mesafeli, uzakta, cezalandırıcıdır. Ama çocuk, annesinin onu ne olursa olsun onun ortaya çıkan ve ayrışan kendiliğiyle sevdiğini ve dünyayı keşfetmesini ve gelişmesini ve kendi özgün tarzıyla büyümesini içtenlikle istediğini keşfeder. Ve böyle yaptıkça, gerçek kendilik ortaya çıkar ve hayatla başarılı bir şekilde baş edebilme kapasitelerini geliştirir.

Gerçek kendilik üç ila dört yaşları arasında intrapsişik olarak sabitleştirilir, ancak yolculuk bitmekten uzaktadır. Aslında henüz başlamıştır. İntrapsişik sistem yerini aldığı halde, çocukluk yılları bu sistemi dış ortamda işler hale getirmeyi öğrenmekle geçer -nasıl giyinileceğini, yeneceğini, diğerleriyle geçineceğini öğrenmekle; ilgi alanları ve yetenekler keşfetmek ve bunları doyurucu aktivitelere nasıl ilerleteceğini öğrenmekle.

İlkokul yılları süresince çocuklar, birçoğuyla hobi ya da eğlence olarak yoğun bir şekilde meşgul olacakları, birçoğunu başka birşeye girişmek için bırakacakları çok sayıda ilgi alanları ve aktivitelere açıktırlar. Bu aşamada hayatın olasılıkları, zor ve hızlı kararlar ve sözler vermek için fazla zengin ve çeşitlidir. Körpe çocuğa büyüdüğünde ne olmak istediği sorulduğunda, “ya kamyon şöförü ya da astrofizikçi” cevabını verebilir. Her ikisinin de aynı bireye çekici gelmesinin olasılık dışılığı, gizlilik dönemi olarak anılan yıllar boyunca çocuğun hangi aktivitelerin gerçek kendiliği güçlendirdiğini anlamak için beceri ve ilgi alanlarını sınıyor olduğunu hatırladığımızda açıklanır. Soruyu cevaplarken, körpe çocuk, hangi mevkinin onu en çok kendi gibi yapacağını ve özgün karakteristiklerini ifade etmesine izin vereceğini henüz keşfetmediğini gerçekten söylüyordur.

Ergenlikte gerçek kendilik, fırsat ve zorunlulukların büyüyen dünyasında kendini açık biçimde ifade etme yolları bularak cinsellikle başa çıkma ve ebeveynlerden özgürleşme becerisini sınar. Bu yıllar içinde gençler kendi gerçek kendilikleri hakkındaki sorulara cevap arayarak kişisel ve cinsel ilişkilerin keşfedilmemiş alanına cesaret edip girer.

Delicesine aşık olmalar, aşk maceraları, darbeler ve ‘’en iyi arkadaşlar’’, kendi kimliklerini sınamak ve anlamak için engellemeleri ve bütünleştiricileri ararlarken gelip gidebilirler. Dışarıdan, arkadaş ve tanıdıklarını onların kişilik özellikleri, değerleri, cinsel tercihleri ve uyumlulukları için denetliyor görünebilirler, ancak içeride kendileriyle ilgili daha çok şey öğrenme arayışı içindedirler.

Birçok insan için, hayatın tümü, büyüme ve gelişme, deneyimleme ve sınama, deneme yanılma yoluyla gerçek kendiliğin intrapsişik yapısının kendini fiziksel dünyada ilişkiler ve iş aracılığıyla ifade etmesine izin verecek ahenkli yollar arama sürecidir. Tüm meseleler ergenliğin sonuna kadar çözüme kavuşmuş olmazlar. Birçok insanın yirmili yaşların başında kendi gereksinim ve ilgi alanlarına ilişkili olarak bazı kesin neticelere varmış –olduğu biçimiyle çeki düzen vermiş – ve kariyer ve ilişkilerine yerleşmiş olduğu doğru olmakla birlikte, belki boşanarak ve yeniden evlenerek veya kariyerlerini değiştirerek meseleleri orta yaşta yeniden düşünmeleri ender değildir.

Çocuk ve genç yetişkinler olarak, iki ayağımızın üzerinde fiziksel ve psikolojik olarak durmayı öğreniriz ve böyle yaparak, problemler ve zor durumlarla başa çıkmakta içsel yolgösterici sistemi olarak hizmet eden duygu ve düşünce örüntülerini geliştiririz. Bu örüntüler, ilişkileri ele alış ve işte ve diğer meşgalelerde kendimizi ifade etme biçimini şekillendiriren, gerçek kendiliğin belirli güç ve kapasitelerini birleştirir. Devamını okuyun

There are no comments yet.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked (*).

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>