Babalar ve Oğullar adlı makaleye ait dvd video konuşmasını satın almak için http://yayin.psikoterapi.com adresimizi ziyaret edebilir ya da Buraya tıklayarak sipariş verebilirsiniz.
BABALAR VE OĞULLAR
Fatih Belediyesi Konferans Saalonu (10.04.2007)
Uz. Dr. Tahir Özakkaş
Hepiniz hoş geldiniz. Sayın başkanım, hoş geldiniz. Bugün babalar ve çocuklar konusunda birlikte bilgilenmeye çalışacağız. Konuşmalarımda genellikle ben interaktif olmayı, teknik terimlerden oldukça uzak konuşmayı tercih eden bir konuşma tarzım var. Tabi interaktif olmak demek sizlerin ihtiyaçlarını, beklentilerini görebilmek; bunlara karınca kararınca cevap verebilmeye çalışmak… Şuanda hitap ettiğin kitlenin özelliklerini tam manasıyla bilemiyorum. Onun için müsaade ederseniz sizlerle şöyle bir durum değerlendirmesi yapalım. Buradaki üniversite mezunu arkadaşlar bir ellerini kaldırabilirler mi? Teşekkürler. Lise mezunu arkadaşlar bir ellerini kaldırabilir mi? Teşekkürler. İlkokul mezunu arkadaşlarımız… Çok çok teşekkürler. Buraya tesadüfî olarak gelen arkadaşlar ellerini kaldırabilirler mi? Teşekkürler. Buraya bu konferansı veya semineri bilerek, birtakım bilgileri tamamlamak amaçlı gelen arkadaşlar… Teşekkürler. Şimdi korktum tabi bu guruptan ben. Korku doğal bir şey. Korkulması gereken yerde korkalım ki biraz motivasyon kazanalım.
Konu tabi baba ve çocuk ama onun ötesinde insan. İnsanı izah ederken de böyle bir felsefi background bir arka planda başlamak gerekir. Şimdi, insana, çevreye, varlığa bakarken bir izah tarzıyla bakarız. Bir şeyi izah ederiz. Anlamlandırırız. Bu doğamızda olan bir şey. Bu anlamlandırma iki perspektifte karşımıza çıkar. Birincisi bilimsel bilgi dediğimiz aynı şartlarda aynı sonuçları doğurabilecek çalışmalar yapıldığında hep doğrulanan bilgilerle yola çıktığımızda buna bilimsel bilgi diyoruz. Ve biz daha çok bu bilimsel bilgiyle evreni, yaratılışı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Davranışlarımıza, düşüncelerimize bir anlam yüklemeye çalışıyoruz. Bilimsel bilginin sınırlarının yetişmediği yerlerde de o boşluk duygusunun verdiği eziklikle bundan kurtulmak için bir nevi tabularla, bir nevi inançlarla, yargılarla kendimizi korumak için bir düşünce sistematiği getiriyoruz. Yani herkes evreni anlamlandırırken bilimsel bilgisiyle izah edemediği bir konudan sonra bir anlam, bir inanç, bir değer yargısına giriyor. Bu değer yargısı bilimsel olarak tartışılmayan, dogmatik olarak kabul edilen ve kişiye has olan bir yargıdır. Bilim adamı bu inanç kısmıyla ilgilenmez. İnançlar kişileri evreni anlamlandırma konusundaki içsel tercihleri, rahatlama yöntemleridir. Biz inanç kısmını konuşmamızda bir tarafa bırakarak bilimsel bilginin denenmiş, sınanmış, aynı sonuçlara ulaşılmış bilginin yardımıyla insanı çocuğu, babayı anlamlandırmaya çalışacağız. Tarihsel bir sürece baktığımızda insanın düşüncesini, davranışlarını izah ederken bir ruh teorisi getiriliyor. Bu İslam kültüründe ruh teorisi cansız varlıktan, nebati ruh, hayvani ruh ve insani ruh olarak kademelendiren bir ruh anlayışını, insani ruhun da temel özelliğini natıka, konuşma özelliği bulunması belirtir. Bunun kaynaklarına baktığımız zaman bu yapının eski Yunan’a dayandığı ve Yunan’dan tevarüs ettiğini, aktarıldığını görüyoruz. Bu ruh kavramını daha sonra can kavramıyla izah etmişler ve tanrının insanlara vermiş olduğu ruh kavramıyla yaşamı sürdüren ruh kavramı ayrı ayrı şeyler olduğu şeklinde bir sonuca ulaşmışlar. Biz bu inanç tartışmalarını, değer yargılarını bir tarafa bırakarak bilimsel manadaki çocuğun gelişimindeki yapı nedir? Çocuk anne ve babanın kromozomlarıyla birleşip yeni bir sentezin DNA şifreleriyle ortaya çıktığı online bir yapı. Üç – üç buçuk kilo ağırlığında bu dünyaya gelen aciz, zavallı, başkalarının bakımına muhtaç olan belki de dünyadaki tek yaratık. Birçok canlılar doğduktan sonra kendi başlarına hayatlarını idame veya ikame edebilirlerken insanoğlu buna muhtaç.
İşte böyle bir varlık doğduğunda DNA’sındaki şifrelerle belirli bir hardware diyebileceğimiz bilgisayarın, ana, işte, harddiskidir, ana kartıdır, ramıdır, ekranıdır; böyle bir yapı ile doğuyor. Fakat bunun üzerine bir program çizilmemiş. Belki bir bios programı var ama program daha sonra anne ve baba tarafından çizilecek. İşte her şeyin ilk çekirdeği ne kadar önemliyse bebeğin ruhsal çekirdeği de çok önemlidir. DNA’ların ilk zigot oluşumunda herhangi bir dışsal etken, ultraviyole, kimyasal madde, ilaç, sigara gibi maddelere bağlı olarak çocukta daha sonra genetik birtakım bozukluklar oluşuyor ise ruhsal yapılanmanın ilk oluştuğu ilk yıldan, ilk günden, hatta doğum öncesi anne – babanın zihnindeki çocuk tasarımından başlayarak eğer hatalı bir yapılanma varsa çocuklar ilerde çok ciddi karakter bozuklukları, kişilik bozuklukları, ruhsal hastalıklar gibi birtakım hastalıkların oluşmasına zemin hazırlıyoruz. Şimdiye kadar hasbelkader büyümüşüz ve gelişmişiz. Fakat insanlık tarihinin tecrübe ile sınama – yanılma yöntemi ile bulmuş olduğu insanı eğitme metodu insanı birçok tehlikelerden alıkoyabilecek geleneksel bir kültür oluşturmuştur. Aslında bu geleneksel kültür tarihin binlerce yıllık imbiğinden süzülerek insanoğlunun doğa ile mücadelesinde bir varlık oluşturmasında çok etkin birtakım yöntemler içermektedir. Fakat biz onun şuurunda olmadığımız için annemizden, babamızdan olduğu gibi görerek yaptığımız için işler bir noktaya kadar yolunda gitmektedir. Ama bu işler şimdiye kadar yolunda giderken tarihsel dönüşüm dönemleri olan yani cemaat tipi toplumdan cemiyet tipi topluma geçerken, grup dinamiğinden bireysel özerkliğe geçerken bu öğrenilmiş ve tevarüs edilmiş bilgi bir noktada çıkmaza girmektedir. Orada çelişkilerle ortaya çıkmaktadır. İşte biz bu tarihsel süreç içersindeki bu kırılma hattının üzerindeyiz, bugün, toplum olarak. Cemaat tipi geleneksel bir kültürden bireysel bir yapıya dönüşen sistemin üzerindeyiz.
İşte böyle bir yapıda çocuğun ilk bir yaşındaki olayı nedir? Bunu bir bilgisayar olayıyla izah edecekseniz bir Windows yükleyeceksiniz. Yani o hardwareyi, o organik yapıyı çalıştıracak bir temel baz yükleyeceksiniz. Bunu anne yüklüyor. Anne veya anne yerini alacak, ona bakım verecek olan kişi. Burada temel özellik annenin sürekli, devamlı, ilgili, içten, verici duygularla çocuğu sevmesidir. Anne, tüm anneler böyle midir, değil, anneler bu dönemde doğum sonrası depresyon geçirebilir. Anneler istemedikleri bir çocuğa sahip olabilir. Anneler gayrimeşru bir çocuğa sahip olabilir. Anne şizofren olabilir, anne kavgalı bir ailenin bir eşle oluştuğu çok sıkıntılı bir dönemde böyle bir çocuğa sahip olabilir. Dolayısıyla bu tip durumlarda çocuğa bu ilgi ve alakayı vermediği için çocukta temel güven duygusu dediğimiz, basic trust dediğimiz duygunun gelişiminde ciddi hatalar ortaya çıkar. Fert daha sonraki hayatında yaşı büyür, eğitimi büyür, kültürü büyür, içinde derin bir boşluk hisseder insanlar. Bir türlü dolduramazlar. İşte bu annenin o dönemki bu yapıları oluşturmasındaki acziyetinden ve yokluğundan kaynaklanmaktadır. Çocuk kendi sınırlarını keşfedecek, anneyi keşfedecek, anne ile böyle bir birliktelik sürdürecek.
Hemen ardından ikinci yaşa geçer. İkinci yaş çok önemli bir yaştır. Çocuğun yürümesi ve konuşmasıyla başlar. Konuşma çok mucizevî bir şeydir. Olağan üstü bir şeydir. Arkadaşlar, ruhsal gelişim dediğimiz kimliğin ve kişiliğin oluşumu tamamen matematiksel kurgu gibidir. Orada hiç tesadüfe yer yoktur. Ne verirseniz malzeme olarak o malzemenin birleşmiş vektörünü bulursunuz. O malzemeden yeni bir kombinasyon oluşturursunuz. O kombinasyonla bir karakter ve kişilik ortaya çıkar. Olmayan bir malzemeden çıkmaz. Anne – baba ne veriyorsa çocuğa çocuk onların malzemeleriyle oluşmuş yeni bir yapı şeklindedir. Bir yaşına kadar anneye bağımlı olan çocuk, annesiyle birlikte çok ilgi, sevgi ihtiyacı olan bir çocuk bir yaşından sonra tamamen farklılaşır, iki yıllık bir sürece başlar. Bir yaşında anne tarafından çok sevildiğinde, kucağına basıldığında, gözlerine hayran hayran baktığında çocukta şöyle bir duygu gelişir: “Ben çok önemliyim ve çok özelim, ben diğerlerinden farklıyım.” İşte bizi ömür boyu ayakta tutan değerli hissetme çekirdeği o bakışlardadır. Bu çok önemlidir. Bir yaşına geldikten sonra çocuk anneden kopma mücadelesi verir. Anne şimdiye kadar beni taşıdın, götürdün. Müsaade et hayat yolcuğunda ben yalnız yürüyeceğim. Ama arkamdan desteğini eksik etme. İşte bu dönemde, epigenetik bir açılım diyoruz, doğal bir açılım diyoruz, çocuklar isyankârlığa başlar. Bırak, ben kendim yürüyeceğim, bırak ben kendim giyeceğim… Çarpık çurpuk döke saça yemeye, yürümeye çalışır.
İşte bu özerkleşmenin ilk otomatik çıkışı anne tarafından desteklenir de evladım, sen kendin yürü, kendin koş ama bakışlarıyla da ben buradayım merak etme diyebiliyorsa bu çocukta bağımsız hareket etme, özerk davranabilme, inisiyatif kullanabilme, karar mercii olma gibi yetileri gelişir. Anne böyle yapmaz da şefkat kanatlarını gereğinden fazla çocuğun üzerine kanatlandırır da çocuğun bağımsızlık arayışını, özerk olma duygusunu koruma ve kollama adına engellerse kısır ve güdük bir kimlik gelişir. Bu kimlik daha sonraki yaşlarında karar alamayan, inisiyatif kullanamayan, otoriteye karşı her zaman bağımlı, aciz bir varlık olarak karşımıza çıkar.
İşte bu dönemde anne ruhundan bir parçanın kopmasına izin vermelidir. Bu anne için de çok zordur. Evladının kendisinden kopması, bağımsız hareket etmesi annenin iktidarına vurulmuş bir darbe, bir hançer gibidir. Anne bunu ruhuna sindirebilecek kadar güçlü ve olgun olabilmelidir. Onun şımarıklıklarına katlanabilecek durumda olmalıdır. İşte bu iki ile üç yaş arasında çocuğun bu bağımsızlık arayışları desteklenirken çocuğun fiziksel gücünün sınırlılığı anneyle iktidar savaşında bir noktada kaybettiğini görür. Çocuk her zaman kendi dediğinin olmasını ister. Bu ancak fiziksel gücüyle sınırlıdır. Masanın üzerindeki bibloya uzanır, onu almak ister. Fakat siz bibloyu alıp bir üst rafa koyduğunuzda çocuk ulaşamaz. Öfke dolar. Hedefine ulaşamamıştır. Amacına ulaşamamıştır. Tekmelemeye başlar. Kim varsa. Onu engelleyen annesiyse hemen tekmeler. Öl, kahrol, pis der. Burada fiziksel gücün sınırındadır çocuk. Bu iki – üç yaşında insan olmanın temel çekirdeği karşımıza çıkar. Bu iradedir. Yani alternatifiler arasında tercih yapabilme güç ve iktidarıdır. İnsanoğlunun muhteşem yazgısının ilk temel çekirdeği. Aman tanrım! Ben oyuncağımın kırmızısını da alabilirim, mavisini de alabilirim, yeşilini de alabilirim veya hiçbirini almadan durabilirim. Yere de yatabilirim. Ayağa da kalkabilirim. Yani eyleminin üretici olabilme gücünü ilk fark etme dönemi bir yaşından sonradır. Ve hayat boyu bize mutluluk verecek olan, güç ve iktidar verecek olan geleceğimizi belirleme hakkının temel çekirdeği de bu iktidarın kullanımıdır, iradenin kullanımıdır. İşte bu iradenin kullanımına anne izin verir de destek olursa gerçek manada iradei cüziyyesini kullanan özerk, bağımsız, sorumlu bir birey yetiştirir. Değilse özerkliğini, bağımsızlığını, otoritelere vermiş çeşitli guruplara, cemaatlere, cemiyetlere kendi adına karar verme mercii olarak başka yerlere yönlendirmiş bir birey bulursunuz. Özerk sorgulama gücünden bu insan yoksundur. İşte annenin bu önemindeki kararları çocuğun bu özerkliğini desteklerse çocuk bağımsız bir birey olmaya devam ediyor.
Çocuk için o zaman dünya ikilidir. Ben ve öteki, anne ve ben şeklindedir. Burada çocuk fiziksel gücünün sınırlılığı ile beraber iktidarının bir noktada kesildiğini görür. Ben diyor çocuk çamurlu topumu yatak odamda yatağımın içine koyacağım. Anne de hışımla geliyor. Topu alıyor, sokağa atıyor veya bahçeye atıyor. Çocuk bir şey yapamıyor. Sadece ağlıyor ve tepiniyor. Bir başka gün misafirliğe giderken çok sevmiş olduğu yeşil kazağını çıkarmak istemiyor. Ama üzeri yemek lekeleri ve çamurla dolu. Anne ne diyor? Hayır, bununla götüremem, bak, annesi çamurlu kazakla getirmiş derler. Kendini düşünüyor bencil bir şekilde. Yeşil kazağını çıkarıyor. Temiz, makineden yeni çıkmış, ütülemiş, kırmızı kazağını giydiriyor. Çocuk gene burada da kaybetti iktidarı ve öfkelendi. Çocuk için önemli olan o dönemde iktidarını kullanmaktır.
Fakat günün birinde ilginç bir şey oldu. Çocuk tuvalete gitti. Tuvalette, annesi dedi ki bundan sonra çişini ve kakanı altına yapmayacaksın, bezine yapmayacaksın. Tuvalete yapacaksın. Çok ciddi bir şekilde tuvalete yapacak. (Sahneye bir çocuk çıktı.) Evet, şimdi bu delikanlı var olma mücadelesi içinde. Çok hoş bir varoluş sergiledik, özerk davranış. Fakat özerk davranışın da sınırlarının çizildiği bir öğrenme yönteminin de uygulanması gerekir. Bu, biraz sınırsız. Aşırı çekimserlik de bu manada aşırı cesaret de bu manada toplumsal uyum konusunda zorluklar doğurur. Bugün bizim olgunluğumuz karşısında mutlaka rahat hareket etme imkânı buldu ama bu olgunluğu bulamadığı yerlerde çok ciddi ruhsal kırılmalar yaşar. Bu da çok önemli bir detay olarak burada istifade etmiş olalım, verelim. İşte o tuvalete gitme döneminde anne der ki çişini ve kakanı buraya yapacaksın. Çocuk anneyle yaptığı iktidar mücadelesinde, iki yıllık sürede, hayır yapmayacağım der. Nasıl? Top gibi, yeşil kazak gibi bir mücadeleye başlar. Ama o bilmektedir ki annenin fiziksel gücü her zaman galip gelecek ve bunun iktidarını kıracaktır. Ama hikâye böyle gelişmez. Anne başında beklemekte, hadi yavrum, hadi tatlım, hadi hayatım, şu çişini ve kakanı ver. Aman tanrım! Ne kadar kıymetliymiş diyor. Ve çocuk çişini ve kakasını kendi iradesiyle ve tercihiyle vermediği müddetçe annesinin almadığını görür. Annesi ona muhtaçtır. Annesi onun kararına muhtaçtır. Anne mahvoldu. Çocuk ilk defa gerçek mutlak güç dediğimiz iktidar gücünü yakalar. Ve bunu da tepe tepe kullanır.
Bu sadece tuvalet ve kaka alışkanlığı değil. Annelerin yumuşak karınları vardır. Mesela çocuğun boğazına bir kaşık fazla çorba gittiğinde pek mutlu olurlar. Eğer çocuk bunu fark ederse hemen ağzını kapatır. Mühim olan iktidarı kullanmaktır. O ağızdan bir kaşık çorbanın geçebilmesi için gümrük pazarlığı başlar. Ne alacaksın bana, nereye götüreceksin? Parka gidecek miyiz? Gideceğiz, aç ağzını. Bir kaşık girer. Ardından ikinci kaşığın pazarlığı. Burada tamamen mutlak güç ve iktidarın kullanıldığı bir alan yine karşımıza çıkıyor, annenin zafiyetinden. Hâlbuki açlık dediğimiz duygu fiziksel bir duygudur. Çocuğu bıraktığında altı – sekiz saat sonra otomatik olarak aç gelecek ve yırtınacaktır. Ama böyle bir yumuşak karnınızı gösterdiyseniz bu süreç iki güne – üç güne çıkabilir ama bir müddet sonra çocuğun o açlık duygularıyla saldırdığını göreceksiniz. Yemekler rutin ve reel olarak verilecek belirli saatlerde. Maalesef anneler bunu yapamıyorlar. Bunu hem çocukların iktidar alanlarında haksız bir iktidar kullanımı ve yanlış bir iktidar kullanımını öğretiyorlar hem özerkliğine darbe vuruyorlar.
Uyku saatleri de aynı şekildedir. Uyku da çocuğun elindedir. Top gibi, yeşil kazak gibi değil. Hadi uyku saatin geldi, git yat. Yatmıyorum der, ben de sizinle film izleyeceğim. Anne alır, götürür, yatağına bırakır. Gözleri çıldır çıldırdır. İki gündür uykusuzdur ama uyumaz o. Çünkü topu atmana, yeşil kazağı çıkarmana benzemiyor. Uyu demekle uyumuyor çocuk. O gücü son dakikasına, kanının son damlasına kadar çarpışır ve uyumaz. Biz yumuşak karnımızı gösterdik ona, hassas olduğumuz noktayı. İşte bu şekilde annenin yumuşak karnını bu iki yaşındaki çocuklar çok iyi bilirler. Tepe tepe kullanırlar. Evet, bu iki yaşında bu özerkliği bu manada temin ettikten sonra çocuk bu özgüven duygusuyla, özerk olma duygusuyla dördüncü yaşa geçer. Dördüncü yaşa geçtikten sonra ilişki üçlü boyuta çıkar. Bir başkası girer devreye. Anneyle iletişim kurarken baba girer. Üç yaşını tamamlayana kadar ben ve öteki vardır. Tüm ilişkiler ikilidir. Üçüncü bir ilişki modelini kafasında oluşturabilecek mental bir seviyede değildir zihnin gelişim sürecinde. Ama dört yaşına geldiği zaman zihinsel yapı üçüncü bir kişiyi görür. Anneye giderken bir üçüncü müdahale vardır. Baba. Kardeşine giderken bir üçüncü müdahale vardır. Baba. Aman tanrım bu da neyin nesi? Anne kim, baba kim? O yaşa kadar bütün insanlar unisekstir çocuk için. O yaşa kadar yapılan resimlerde cinsel ayrımı belirleyen resimler bulamazsınız çocuklarda. Ama dört yaşından sonra zihinsel yapı geliştiği için kadın ve erkek ayırdımına varır. Kadın ve erkek olmak fiziksel bir şey değildir arkadaşlar. Hormonlarımız kadın olabilir, erkek olabilir, cinsel organlarımız ama kimlik dediğimiz cinsel kimlik şeyi tamamen öğrenilen bir şeydir. Anne ve babadan öğrenilir. Biz doğumdan önce çocuğun beynini yıkamaya başlarız. Biz kız çocuğu bekliyoruz. Ultrasonda kız görülüyor. Onunla ilgili tasarımlarımız oluyor. Evet, onun pembe odası yapılacak, karyolası düzenlenecek. Pembelikten başlar ayrıştırmaya, kız olmaya, beynini yıkamaya, toplumsal yapı olarak. Mavi, erkek çocuktur. Ve onunla ilgili hikâyeler… Kız çocuğunun pışpışlarken anne farklı ninniler söyler, erkek çocuğu pışpışlarken farklı ninniler. Bunlar cinsel kimliğin sanal programında netleşmesi için yapılması gereken gerekli verilerdir, datalardır. Yapılardır. Kız çocuğu etek giyer. Oğlan çocuğu pantolon giyer. Kız çocuğunun saçı uzun olur. Erkeğinki kısa olur. Bu toplumsal olarak öngörülmüş sanal sosyal bir roldür. Bir programdır. Bunu tamamen de değiştirebilirsiniz. Ama bizim toplumsal yapımız evrendeki insanlığın gelişim sürecinde erkek ve kadının rol dağılımı böyle bir sürece girmiştir. Bunun sosyolojik antropolojik arka planı tartışılabilir ama biz var olan bir gerçekten yola çıkıyoruz.
İşte dört yaşında çocuk aman tanrım erkek ve kadın varmış der. Bunu fark eder. Ben neyim der. Erkek çocuk, a, kendisinin pipisi var, erkek, kız kardeşinin pipisi yok, kız. Bu ayırdıma babanın sakalı çıkıyor, annenin çıkmıyor. Annenin göğüsleri var. Babanın yok. Bunlar ciddi olarak incelenmeye alınıyor. Eyvah yandık! Çocukta bu dönemde sorular başlıyor şimdi. Bu ne? Çocuk nereden oluyor? Ne yapacağız? Pipi nedir? Niye senin göğsün var, niye öbürünün yok, çocuk nereden doğuyor, nasıl geliyor? Bunlar tabi anne ve baba için çok ağır sorular. Burada çocuğun zihinsel yapısı henüz soyut kavramını algılayabilecek düzeyde değildir. Zihinsel yapısı somut algılama düzeyindedir. Bu ne demektir? Çocuğa mesela derseniz ben başımı kestirmeye gidiyorum. Dört yaşındaki çocuk eyvah babam başını kestirecek, kesilecek. Aynı koyunlar kurban bayramında kesiliyor. Panikler çocuk. Bunun bir tıraş olma olduğunu bilmez. Vallahi yürümekten ayaklarım yandı dersiniz. Eyvah! Ayakları yanmış. Ya sobaya tutmuş, yanmış ya bir şeye tutmuş. Aynı bunun gibi sizin soyut olarak anlatmaya çalıştığınız birtakım kavramları, somut kavramlar şeklinde algılanır çocukta. İşte burada çocuklara birtakım izahlar yapılırken de bu bilgiler net, açık ve basit anlatılmalı ve izah edilmelidir. Bizim kendi birtakım tabularımız ve korkularımızı, anne babamızın bize yüklemiş olduğu bilgi dağarcığını onlara aynı şekilde yüklemeye çalışırız. Yani bilgisiz bırakırız. Bilgisiz bırakınca neler artar? Bu dönemin temel özelliği müteşebbislik ruhudur, inceleme ruhudur, sorgulama ruhudur. Bu dönmemde çocuk soru sorar. Her şeyi sorar. Yıldızı, kâinatı, Allah’ı, tanrıyı, yeri, göğü… Eğer bu sorular ayıp, günah, pis şeklinde yargılanarak susturulursa çocuğunuzun müteşebbislik ruhunu kırarsınız. İlerde hiçbir girişim yapamayan, müteşebbislikte birtakım inisiyatifler alıp iş yapma kapasitesini ortaya çıkaramayan, böyle bir salonda kafasına bir soru takıldığı halde bunu konuşmacıya soramayan bir insan oluşturursunuz. Ama o sorulara içtenlikle cevap verir, bildiklerinizi anlatır ve soru sormasını desteklerseniz müteşebbis bir ruhun yeti kazanmasını sağlarsınız. Böyle bir yapı ortaya çıkar.
İşte burada bu müteşebbislik ruhunu yaptığınızı varsayalım. Baba karşımıza çıkıyor. O ana kadar anne vardı. Baba ile çocuğun ilk yüzleşmesi… Erkek çocuk için baba bir anlam taşıyor, kız çocuk için bir anlam taşıyor. Erkek çocuk için baba, aman tanrım aynı cinsteniz, aynı taraftayız, aynı takımdayız. İşte burada ruhsal gelişim süreçlerinde insanlar özdeşim yaparak kimliklerini geliştirirler yani önlerinde numune olarak duran adaya bakarlar. Onun gibi yürür, onun gibi konuşur, onun gibi hareket ederler. Erkek çocuk için bu aday babadır. Baba bu dönemde çocuğa çok yakın olmalıdır. Dördüncü ve beşinci yaştan itibaren erkek çocuk için baba numunedir, örnektir, timsal alınacak özdeşim kaynağıdır.
Kız çocuk için örnek alınacak yer annedir. Anneliği olur. İşte burada taklit müesseseleriyle anne neyse kız çocuk o olur. Baba neyse erkek çocuk da o olur. Anneler ve babalar daha sonraki dönemlerinde çocuklarından şikâyet etmesinler. Kendilerini seyretsinler onlarda. Kendileri neyse çocukları da odur. Hani Anadolu’da bir laf var: “Eteğine bak bezini al, anasına bak, kızını al.” Bu çok doğru bir laf. Evet. Bu dönemde tamamen kopyalanan içe alım dediğimiz mekanizmalarla çocuğun kimlik hamuru yoğrulur. Kimlik hamuru gökten zembille inmez. Kimlik ve kişilik dediğimiz şey anne ve babanın veya evde bulunan yakın akrabalar babaanne, anneanne, dede, nine, amca, dayı, hala gibi ilişki içersinde bulunan bireylerden alınan malzemelerle oluşturulan bir kimlik hamurudur. İşte burada bu kişilik yapılanması bu kimlik hamuruna göre şekillenmektedir. Dünyada bir tane normal kimlik, on iki tane anormal kimlik vardır. Normal kimliği çok nadir görürüz. En azından ben nadir görüyorum. Bu on iki kimlik yapısı anne ve babanın hatalı ve hastalıklı kişiliklerinin çocuğa yansımasından, çocuğa kopyalanmasından ortaya çıkar. Şimdi, bu kişilik örgütlenmeleri bu ilk beş yaşta bitiyor. Ondan sonra bir ergenlikte şans tanınıyor. Tekrardan kendini yapılandırma imkânı var. ondan sonra olay kapanıyor. Nedir bu? Şimdi, kişilik yapısı dediğimiz şey şurada her birinizin bir oturuş yapısı var. Her bir oturuş şekli sanki kişilik örgütlenmelerinin göstergesi. Bir arkadaş gene muayenehaneme girdiği andan itibaren muayenehane geliş saatinden itibaren nasıl bir kişilik yapısında olduğu yavaş yavaş ayrışır. Saat ikiye randevuyu verdim. İkiye doğru gelen hasta vardır. Tam ikide gelen hasta vardır, ikiyi beş geçe, on geçe gelen hasta vardır. Bunlar ayrı ayrı kişilik profillerinin göstergeleridir. Oturuş şekilleri, ses tonu, konuşması… Ben kaba hatlarıyla kendinizi tanımanız, çocuğunuza nasıl bir kimlik verdiğinizi anlamanız, etraftaki insanların nasıl bir kişilik örüntüsüne sahip olduğunuzu görmeniz açısından kısaca bunları basit şekilde aktarmaya çalışacağım.
Birinci gurup kişilik yapılarında düşünce sistematiği normal çalışmaz. Bunlar hasta bireyler değillerdir. Şu aramızda yüzde on – yüzde yirmi arkadaş bu kişilik örüntüsündedir. Burada üç kişilik örgütlenmesi vardır. Paranoid, şizoit ve şizotipal diye geçiyor. Paranoid dış dünyanın tehlikeli olduğuna dair inancı vardır anne, babanın. Ev güvenli bir yerdir. Anne baba güvenli insanlardır. Nasıl anlatırlar bunu? Anne – baba bunu anlatmaz. Eve girer girmez hemen kapılar kapanır, kilitler kilitlenir. Anne- baba duygusal olarak bir rahatlama, oh duygusu çekerler. Evimize geldik. Bu “oh” duygusunda eve gelmenin huzurundan ziyade dışarıdaki günümüzü tehlikesiz, kazasız ve belasız bir şekilde atlattık, çarpılmadık, gaspa uğramadık, cinayete uğramadık, dedikodulardan uzak kaldık ve eve girdik. Hemen alelacele perdeler kapatılır, içeriye ışık sızmayacak şekilde. Anne baba pencereye bakar ki tedirginlikle bakar dışarıya. Ve dışarıdaki insanlarla ilgili kendi aralarında konuşurken dışarı ayrı bir dünya, tehlikeli bir dünya, oraya çıkarken mutlaka zırhlarla çıkılmalı, güvenlik çemberiyle çıkılmalı. Oğlum dikkat et bak dışarıda gasplar varmış, şunlar varmış, bunlar varmış diye aşırı ve abartalı bir şekilde her an başına tehlike ve tehdit gelecekmiş duygusuyla giden bir birey oluşur. Bu paranoid kişiliğin çocuğa aktarılmasıdır. Böyle bir yapının sosyal ilişkilerde hayatta doğal bir iletişim içine girmesi çok zordur. Her an tetikte, her an tehlike bekleyen, etrafındaki insanları çok çok yakın tanımadığı müddetçe tehlike odağı olarak algılayan bir yapıyı görürsünüz. Bunun çekirdeği anne ve babanın dünyayı algılama tarzıdır ve bozukluktur.
İkincisi şizoit yapı: Şizoit yapı evde yalnız başına yaşayan insan demektir. Gurup etkinliklerinden, toplantılardan, akraba ilişkilerinden haz etmeyen yapıdır. Ama kendi içinde mutludur bu insanlar. Bir problemi yoktur. Yalnız başına gezerler. Sahilde yalnız dolaşırlar. Bir sınıfta bir köşede oturup yalnız başına dururlar. Fazla etkinliklere ve arkadaşlık ilişkilerine girmezler. Böyle bir yapı, anne babanın eve misafir gelmiyor, misafirliğe gidilmiyor. Evin kapısı çalınmıyor. Birileriyle dolaşılmıyor. Gurup etkinliklerine katılmıyor. Böyle bir yapı daha sonraki sosyal hayatında veya meslek hayatında yalnız yaşayan, sosyal etkinliklerde bulunamayan, hayatın doğal mecrasında ve akışında mutlu olamayan bir yapıyı karşınıza çıkarır. Genellikle melankoliktirler, yazarlar, birtakım edebiyatçılar bu tarzda bir kişilik örüntüsüne sahiptirler. Sanatsal yaratıcılıkları yüksektir. Ama sosyal bir varlık değillerdir.
Şizotipal yapılar üçüncü guruptur. Düşünce sistematiğinin bozulduğu yapılardır. Bunlar gördüğümüz reel dünyanın ötesinde farklı dünyaların da bizim dünyamıza etki edeceğine dair inançları olan bireylerdir. Her kültürde bunun adı farklı farklıdır. Hindistan’da farklıdır. Amerika’da farklıdır. Türkiye’de farklıdır. Bizde genellikle cinlerin, büyülerin, birtakım ruhsal güçlerin bizim bireysel hayatımıza etki ettiğine inanan bir yapı evin içersinde devamlı hâkimdir. Kesin büyü yapmışlardır. Çocuk hastalanmış; nazar değmiştir. Çocuk şöyle düşünür: Aman tanrım! Benim gördüğüm dünyanın ötesinde farklı bir dünya var ve ben bu dünyayı kontrol edemiyorum. Ne yapıyor bu çocuk? O dünyayı kontrol edebilmek için magic dediğimiz sihirsel birtakım ritüellerle, birtakım yapılarla bu tehlikelerden korunmaya çalışıyor. Bu da gerçeği algılaması ve anlamasını ciddi manada çarpıtıyor. Bizim toplumumuzda da bu oldukça yaygın olarak görülmektedir.
B kümesinde narsistik, borderline, antisosyal ve nevrotik kişilik örgütlenmesi dediğimiz yapılar var. Narsistik kişilik örgütlenmesi kendisinin özel, önemli, değerli ve çok büyük olduğuna inanan bir kişilik yapısıdır. (Çocuklar kameranın önüne geçtiler. Kendi aralarında konuşuyorlar. Konuşmacı çocuklara söylüyor: Çocuklar, güzel çocuklar! Bak size söylüyorum. Hadi, geçin bakayım yerinize. Hadi bakalım. Aferin. Konuşmayın oldu mu çocuklar? Ben izin verene kadar konuşmayacaksınız.) İnsanlar arası ilişkilerde sınır vardır arkadaşlar. Herkesin bireysel sınırı olmalıdır. Bunu sınırların yokluğu kişilerde problem olur. Eğer siz sınır koymayı bilmezseniz birtakım insanlar sizin sınırlarınızı işgal ederler. Siz de birilerinin sınırlarını işgal etmeyeceksiniz. Başkalarının sınırlarına saygı göstereceksiniz. Bu gerçekliği gösterecek olan anne ve babadır. Çocuklarına hayatlarının nerede başladığını, nerede bittiğini öğretecek olan anne ve babadır. Bu sınır koyma çok önemlidir. İşte narsis kişilik bozukluğunda çocuğa anne baba sınır koymaz. İstediği gibi rahat davranabilen, her yerde istediği gibi hareket edebilen ve bunun için gurur duyan bir anne- baba çocuğa şöyle bir mesaj verir: “Oğlum sen çok özelsin, kızım biriciksin sen, sen istediğin zaman istediğin şeyi yapma hak ve özgürlüğüne sahipsin.” Aile içersinde tek torundur, tek evlattır, biriciktir, özeldir. Ama bu çocuk ömür boyu o ailenin dört duvarı arasında yaşamayacak. Daha ilkokul birinci sınıfa gittiği andan itibaren herkes bana ilgi göstersin, beni önemsesin ve değerli kılsın şeklindeki mesajı diğer arkadaşları tarafından alaycılıkla karşılanır, bir anda toplum dışına itilmiş, oyun gurubuna dahi giremeyen bir çocukla karşılaşacaksınız. Ne oldu? Çocuk ağır bir bunaltı ve depresyon içersine girdi. Kim yaptı? Anne, baba. Hani biricikti çocuğunuz, özeldi? Siz almayı ve vermeyi öğretmemişseniz, sınır işgali ve sınır korumayı öğretmemişseniz, saygı duymayı öğretmemişseniz, vericilik duygusunu aşılamamışsanız çocuğunuz sizin için çok özel olabilir ama yüreğinize taş basa basa hayatın gerçeklerini ona göstermek zorundasınız. İki talebinden birisini ertelemek ve durdurmak zorundasınız ki gerçekliğin, realitenin sınırları yüzüne tokat gibi vursun. Dışarıda arkadaş ilişkilerinde doğal olarak kendini var ettikleri, ürettikleri ve potansiyelleriyle bir rol alsın. İşte narsistik kişilik örgütlenmesinde aileler çocuklarını bu şekilde biricik ve özel anlamını yüklemeye tabi tutarlarsa çocuklar her yerde aynı hakkı hak ettiklerine inanırlar, insanlar da bunu vermedikleri için dışlanır ve yalnız kalırlar.
Borderline dediğimiz yapı sınır kişilik bozukluğudur. Bazı bireyler aranızda zaman zaman çok candan ve yüreklidir. On dakika sonra felaket bir cehennem azabı gibi üzerinize çökerler. Hiçbir gerekçe de bulamazsınız. Seveceğiniz zaman çok muhteşemdir. Nefret edeceğiniz zaman çok kötüdür. İşte sınır kişilik dediğimiz cenneti ve cehennemi bu dünyada yaşayan insan demektir. Bir, kendisini çok iyi hisseder; bir, çok kötü hisseder. Bu, anne ve babanın çocuğa davranış şeklinden kaynaklanır yine. Tutarlı ilişkiler şeklinde çocuğa model olamayan anne ve baba, çocuğun tutarsız bir yapı oluşturmasına neden olur. Örnek: İşten geliyorum, çocuğum orada oyun oynuyor. O gün çok mutluyum, başarılıyım, a, hayatım, çocuğum ne güzel oyun oynuyorsun. Başını okşadım. Oturdum iki dakika onunla sohbet ettim. Çocuk oyununa devam etti. Ertesi gün geliyorum. Dışarıda kavga etmişim. Sıkıntılanmışım. Çocuğum aynı yerde aynı oyunu oynuyor. Allahın belası, ortalığı dağıtmışsın, topla bu oyuncakları diyorum. Şimdi çocuk bunu nasıl anlamlandırır? İşte bu tip tutarsız anne ve babanın çocuklarında çocuk karşıdakinin gözüne bakıyor, olaya bakmıyor. Karşıdaki göz kendini değerli ve önemli buluyorsa mutluluk hissiyle değerli hissediyor. Karşıdaki göz ve bakış kendini aşağılayarak ve değersiz olarak bakıyorsa çılgına dönüyor. Olayların reel mantığından ziyade karşıdaki insanın bakışı kendi içindeki değerlilik çekirdeğini veya değersizlik çekirdeğini aktive ediyor. Eğer iç tasarımlarında iç dünyasında kendisi iyilikle ilgili hayal ve fantezilere ulaştığında kendini mutlu ve huzurlu hisseder. Negatif hayal ve fantezilere ulaştığında bir anda mutsuzluğun diplerini yaşayan, cehennemin çukurlarına düşen bir birey görürsünüz. İşte bu birey sınır kişiliğin içersinde olan bir bireydir.
Nevrotik birey yüzeysel davranan, yüzeysel konuşan sınır bir yapıyı temsil eder. Anne baba ilişkilerinde çocuğa duygusal olarak seni seviyorum, seviyorum, aslanım benim… Böyle babalık olmaz, böyle annelik olmaz. O, yürekten derinliğine sevgiyi çocuk hissetmediği müddetçe dünya ilişkilerinde, sevgi ilişkilerinde de çocuk hep sığ kalacaktır, duygusal kalacaktır. Ortamda kendini var edebilmek için de ortamı nasıl ayartırım? Fincan kırarak mı yaparım, kahkaha atarak mı yaparım, altıma işeyerek yaparım… Dikkati nasıl çekerim? O şekilde dikkati çeker. Daha sonraki yaşlarda ne yapıyor bu hanım kızımız? İşte, bankada memure oluyor. Gurupta bir sürü insan. Arka sıralardan kahkahalarla, şuh bir kahkaha duyuyorsunuz. Herkes dönüp bakıyor. Zaten derdi herkes baksın bana diyor. Takmış takıştırmış, süslenmiş, makyaj yapmış. işte, nevrotik kişilik yapısı dediğimiz yapı bu. Bir acı haber anlatırsınız, başlar ağlama. Yapmaması gereken bir arkadaş espri yaptı, kahkaha patlatır. Hâlbuki normal insanda duygulanım yavaş gelişir… Gelişir… Derinliğine hissedilir ve geçer. İşte baba ile çocuğu arasında bu özdeşim imkânlarında baba çocuğa gerçekten sevdiğini ve arkadaş olduğunu gösterebilirse çocuk dengiyle insan ilişkileri kurabilecek sevgiyi hissedecek ve hissettirebilecek bir yapıyı oluşturur. Değilse biraz önce bahsettiğim yapılar ortaya çıkar.
Antisosyal kişilik yapısı ise toplumun tersine hareket eden mafyavari kişilik yapısıdır. Anne baba içerde, evde yalan söylemekte, birbirilerini aldatmakta ve hainlik etmekte kendi bireysel hırsları için her yolu tercih etmektedir. Yani vicdani bir muhasebe yoktur evin içinde. Çocuğa da bu şekilde bir, vicdan dediğimiz dört – beş yaşlarında oluşan bir üst benlik geliştirilir. Vicdan muhasebesi yani yanında kimsenin olmadığında iç dünyasında bu yaptığımız şey yanlıştır diyen bir ses duyması lazım. Bu sesin oluşabilmesi için anne ve babanın etik ahlaki değer yargılarına sahip olması lazım, inanç yargılarına sahip olması lazım. Eğer bu yargılar yoksa sadece polis korkusuyla duran her türlü zulmü, işkenceyi, öldürmeyi, cinayeti, soygunu yapabilecek bireyler karşımıza çıkar. Cezaevindeki insanların büyük bir kısmı bu kişilik bozukluğundadır. Dünyanın dört bir köşesindeki mafya örgütlenmelerinin başındaki insanlar bu kişilik örgütlenmesine sahiptir. Çok zeki olabilir, hatta çok eğitimli de olabilir. Ama vicdani hiçbir sıkıntı hissetmezler. Sadece aklileştirirler yaptıkları işi. Rahatlıkla adam öldürebilirler, tecavüz yapabilirler, soyabilirler. Bu çocuklukta ortaya çıkar. Çocuklukta arkadaşına zarar veren, tehdit eden, onun parasını alan, yangın çıkaran, her şeye tepki gösteren yapı yavaş yavaş davranış bozuklukları şeklinde bu yapıya doğru dönüşebilir.
Son gurupta bağımlı, çekimser ve obsesif kompülsif kişilik bozukluğu vardır. Bağımlı, birisi olmadan karar veremiyor. Annesi, babası, inisiyatif kullanan, irade kullanan bir yapıda değil bağımlı ve korkak bir yapı. Bu yapı çocuk tarafından kopyalanır. Her verdiği kararda birisinin onayını ister. Birisiyle beraber yaşamak durumundadır. Yalnız başına yaşama gücü yoktur. Sevgilisine bağlandığı zaman sevgilisinden ayrılamaz. Annesinden ayrılamaz. Babasından ayrılamaz. Ayrılmasın diye de kendisini zillete düşürecek kadar tavizler verir. Çok büyük büyük bir adam olabilir bu insan, genel müdür olabilir ama o bağımlı kişilik yapısı nedeniyle hep birisine bağlıdır. Bu insanlar arabalarından ayrılamazlar. Nesnelerden ayrılamazlar. Eşyalarından, mahallelerinden, evlerinden, elbiselerinden ayrılamazlar. Bağımlılık bu boyuta gider. Bunlar nesneleri değiştirebilme yetisi zayıf olan, rahatlıkla gelişime ayak uyduramayan, hep bir yerlere tutunma ihtiyacı hisseden bireylerdir.
Çekimser yapı: Anne – baba markete gidiyorlar. Çocuk yanlarında. Sen sorsana… Ne soracaklar? Fiyat soracaklar. Kime? Kasiyerlik yapan arkadaşınıza. Anne çekingendir, baba çekingendir. Çocuk bunu seyreder. Demek ki tezgâhta bir fiyat sorulurken korkulur, çekinilir. Veya lüks bir restorana girerken, lüks bir mağazaya girerken tedirginlik hisleriyle girilir. Çocuk bunların hepsini kopya gibi çeker, içselleştirir. O çekimserliği alır ve kopyalar.
Obsesif kompülsif yapı dediğimiz son yapı, mükemmelci yapıdır. Bu arkadaş okul birincisidir. Üniversite birincisidir. Bu arkadaşlarımız anne ve babalarının bencillikleri üzerine kendi hayatlarını terk etmiş, anne ve babalarının kuklası olan zavallı yapılardır. Kendi spontane ve doğal isteklerini geliştirmek yerine anne ve babalarının hayranlıklarını almak için onların istediği evlat olmaya çalışırlar. Yoksa sevilmediklerini, itildiklerini ve dışlandıklarını görürler. Bu sevgiye olan açlıkları nedeniyle de otoritenin kendinden istemiş olduğu her türlü güzelliği otoriteye sunarlar. Öğretmene sunarlar. Anne babaya sunarlar. Bunlar mükemmelcidir. Bunlar aydınlatıcıdır. En küçük detayı düşünüp hata yapmamak zorundadır bunlar. Vicdanlarının sesini aşırı dinlerler. Aynı derecede bir karar vermekte zorlanırlar. Çünkü katı ve inatçıdırlar. Eski eşyalarını atamazlar. Eski defterleri durur. Eski elbiseleri durur. Evleri bir müddet sonra hastalık boyutuna gelirse çöp evlere dönüşür. İçeri alırlar, vermezler. Çok tutumludurlar. Hatta cimri denir. Varyemez amcalardır. Para ilerde gelecek bir felaket için biriktirilmesi gereken bir metadır. Doğal duygusal bir coşkuyu hiçbir zaman gösteremezler. Tek duyguları vardır. Öfke ve kızgınlıkları, köşeye sıkıştırıldıklarında. Duyguyu göstermek acziyet olarak algılanır.
İki tane kişilik yapısı daha var. Bu kişilik yapısı …(CD’de bölüm arası) içinde gerçek manada özerk olduğunu hissettikten sonra aklileştirilmiş ve gerçek olan davranışlara yönelir. Gerçekten itiraz edilmesi gereken yerlere itiraz edecek. İkinci olarak bu dönemde çocuklar sır saklamayı öğrenmelidir. Dost edinmelidir. Çocukların bu dönemlerde özel dostları ve arkadaşları olur. Anne ile baba panikler. Çocuk gizli gizli birileriyle konuşmaktadır. Gizli gizli birileriyle konuşmaktadır. İşte bu dönemde çocuğun o sırdaş edinme yetisi desteklenir, o sorgulanmaz, çocuğa kendine ait mahrem bir alanının olduğu kabullenilirse o çocuk daha sonraki hayatında arkadaşları tarafından güvenilir, sır saklayan, gerçekten insan gibi bir insan olarak tanınır. Yok, ben dürüst çocuğum, iyi çocuğum, ahlaklı çocuğum, arkadaşımla paylaştığım sırrımı ben babamla arkadaşım, annemle arkadaşım, hemen akşama onu söyleyeyim dediği andan itibaren bu çocuğun toplumdaki rolü kalleş, anten, muhbirdir. Ve güvenilmeyen bu kimliğin çekirdeğini anne ve baba atmıştır. Ne adına? Çocuğunun özel ve mahrem alanına girmek adına. Demek ki bu dönemde çocukların özel ve mahrem alanları olur. Çocuklar birkaç saat eve geç gelirler. Gizli birtakım karanlık ilişkilere girebilir. Bu dönem uzaktan takip dönemidir. Bunaltmayacaksınız, daraltmayacaksınız. Eğer ki üzerine gider bu mahremleri çözmeye, araştırmaya çalışırsanız daha derinlere girerek daha gizli işlere yönelir. Ruhunuz duymaz. İnsanoğlunun her zaman böyle bir kapasitesi vardır. Demek ki ikinci olarak sır edinme, dost edinme yetisi geliştiriyor. Üçüncü olarak bu dönem cinsel kimliğinden emin olma dönemidir. Gerçekten erkek ve kız olduğunu hissetme dönemidir. Eğer bu dönemdeki duygular aşırı derecede bastırılırsa aşırı engellenirse çocukta çok ciddi manada cinsel kimlik karmaşası yaşanır. Bunu ister din adına yapın, ister ahlak adına yapın, ister inanç adına, ister korkularınız adına. O duyumları ve duygularını yok sayar, yadsır, bastırır, üzerine suçlayıcı bir tarzda giderseniz, nefes almasına izin vermezsiniz böyle bir yapı çok ciddi cinsel kimlik çatışmalarıyla karşımıza gelir. Evlilik hayatında çok ciddi problemlerle karşımıza geliyor. Cinsel tıkanıklıkla karşımıza geliyor. Cinsel sapkınlık ve sapmalarla karşımıza geliyor. Bu Allahın yaratmış olduğu bir mekanizma. Ergenliğe gelen her bireyde içsel cinsel hormonların pompaladığı birtakım duygular hissedilecektir. Bu duygularla karşı cinsten birisine fantezik düzeyde veya platonik düzeyde veya flört düzeyde bir şekilde boşalacaktır. Bunun önüne geçerseniz sistemi tıkarsınız ve ağır bedel ödersiniz. Bunlar bizim muayenehanemize, odamıza, yüzlercesi, binlercesiyle yaşıyoruz. Bunlar herkesin özeli, mahremi. Belki bize daha çok bunlar intikal ediyor. Bu bilgiyi önemsiyorum ve altını çizerek sizlere beyan ediyorum. Çok ciddi problemlerle karşılaşıyorum. Doğal seyrine bırakın. Konuşun, tartışın. Cinsellikle ilgili bilgilendirin. O konuda yargılamayın, aşağılamayın, dışlamayın. Demek ki bu dönemde bir kızımız oğlanlar tarafından beğenildiğinden emin olmadıkça, bir delikanlımız kızlar tarafından beğenildiğine emin olmadıkça cinsel kimlik netleşmiş olmaz. Eğer buralarda tıkanıklık yaşarsa bir birey, ciddi manada aşağılık kompleksi, değersizlik hissi, dışlanmışlık hissi gibi faktörler gelişir. Bunlar da doğal olarak cinselliği dışlayan, ders çalışmakla farklı alanlarda kendini göstermeye çalışan yapılarla görebilirsiniz. Sağlıklı bir aile hayatı da bu manada kuramaz.
Diğer bir alan bu dönemde çocuk önder olabilmeli ve ağırlığı olabilmeli. Yani birtakım organizasyonlarda liderlik edebilme yetisi bu çocukta otomatik olarak aktive olmalı. Üç arkadaşıyla beraber hafta sonu bir piknik gezisi ayarlayabilmeli. Birkaç günlük gezi organize edebilmeli. Bu liderlik özellikleri aile tarafından desteklenirse ilerde bir örgütü yönetme, bir organizasyonu yönetme gibi yetilerinin ilk çekirdeği ergenlik dönemindeki bu ufak teşebbüslerdir. Fakat her zaman örgütsel veya organizasyonda lider olacak diye aile tarafından bastırılıyor, bir başka arkadaşının organizasyonunda katılımcı olarak katılması aile tarafından engelleniyorsa sen niye onun peşine düşüyorsun, sen ondan basit misin, sen niye yönetmiyorsun şeklinde bir sürece sokulursa burada çok ciddi bir uyumsuzluk ve narsistik kişilik örgütlenmesinin devamı ortaya çıkar. Yani çocuk belirli zamanlarda bu ergenlik döneminde ardıl olmayı, birtakım organizasyonlarda omuz verip gurubun içinde bir birey gibi asker olmayı kabullenmeli, bundan gurur ve onur duyabilmelidir. Bu da bu dönemde yapılan bir çalışmadır.
Bu dönemin diğer bir özelliği de bir ideolojik bir dünya görüşü, bir dünya çeperine ihtiyaç duymasıdır. Aileyi anlamlandırdı, bireyi anlamlandırdı. Sıra dünyadaki olan biten olayları bir prizmada değerlendirmek durumundadır. Bu dönemde ideolojik bir merak başlar bu çocukta. Dünyayı algılamak… Bu dini bir merak olabilir, siyasi bir merak olabilir, felsefi bir merak olabilir; o çocuğu rahatlatacak bir meraktır. Bu da desteklenmelidir. Hangi siyasi görüş, hangi din değil burada önemli olan; bir çeper oluşturma gayretindeki bu yetisinin desteklenmesi gerekir. Daha sonra akli melekeleri oturduktan sonra sorgulayan yapı… Burada direkt olarak birini modelleyip kimliğini ve kişiliğini ona veren bir yapı değil, bir çeper oluşturarak dünyayı anlamlandırmaya çalışan bir ruhun ihtiyacı olarak görülmelidir ve doğaldır. Bir müddet sonra o doğallık, o çeper oluşturduktan sonra, kendini bulduktan sonra yapı, özeleştiri ile sistemini kendi kendine doğru ve rasyonel olan bir yapıya ulaşır. Ama siz orada onun kimliğini yok edici bir sürecin içine sokarsanız inadına inadına o ters kimlikte devam eder ve gider. (Konuşmacı saati soruyor.)Peki, ben ergenlikle ilgili birkaç cümle daha sarf edeceğim.
Bu ergenlik döneminde kız çocukları babalarından uzaklaşırlar. Bu doğal bir yapıdır. O güne kadar canım cicim olabilen baba kız ilişkisi bu cinsel hormonların aktive olmasıyla farklı bir anlam taşıyacağı kaygısıyla babalarına sarılmaktan imtina ederler. Ve uzak dururlar. Babalar bu süreci bilmiyorlarsa bunu anlamlandıramazlar. Çocuk içinde acaba babam yanlış anlar da yorumlar mı kaygısıyla bir çekimserlik… Göğüsleri çıkıyor artık, fizyoloji değişiyor. Sarılmanın, yakınlaşmanın farklı anlamlar taşıyabileceği şeklinde bir kaygıyla bir uzaklaşma ihtiyacı hisseder. Bunu baba saygıyla karşılamalıdır. Israrlı bir şekilde ona yaklaşmaya, sarılmaya, dokunmaya gayret ederse çocuk tarafından bu farklı duygular şeklinde hissedilir ve tepkiselliğe neden olur. Erkek çocuk için de anne için aynı şekildedir. Bu zamana kadar canım cicim oğlum, bir tanem diyen, sevdiği delikanlı ergenliğin ilk belirtileriyle beraber anneye isyan eder. Uzak durur. “Gelme odama… Sarılma bana, istemiyorum. Nefret ediyorum senden.” Bunu anneler anlayamazlar. Ne oldu bu çocuğa derler. Hâlbuki çocuk cinsel hormonların getirmiş olduğu bir etkiyle acaba anneme karşı farklı duygular hisseder miyim korkusuyla anneden uzak durmaya çalışıyor. Hem uzaklaşıyor ama anne de geliyor. O zaman ne yapıyor? Anneye agresif davranırsan, anneye küfredersen, anneye kızarsan, anne senden nefret ediyorum dersen annen uzak durur. Anneler de bana geliyorlar. Ya, doktor bey, ne oldu, bu çocuk beni çok severdi altı aydır, bir yıldır bana yapmadığını bırakmadı. Bu dönemi de anne ve baba olarak çok iyi bilmemiz o birkaç yıllık süreçte biraz daha tedbirli davranmamız gerekiyor. Benim şimdilik söyleyeceklerim bunlar. Eğer sorular varsa cevaplandırmaya çalışayım. Evet, Necla Hanım yapacağımız bir şey var mı?
Konferans yöneticisi: Ben çok teşekkür ediyorum buradaki topluluk adına. Sanırım bu konuda konuşmaları ya da insanın gelişiminin önemini belki ilk defa duyanlar var aramızda, o kadar etkili olduğunu annenin babanın. O yüzden faydalı olduğuna inanıyorum. Çok teşekkür ediyoruz. Bu arada soru belki yaşadıkları…
Öğrenmek istedikleri şeyler olabilir.
Konferans yöneticisi: Yaşadıkları belki sorunlar olabilir. Birkaç soru alırsak…
Hay hay!
Konferans yöneticisi: Herkes için faydalı olabilir o sorunun cevabı diyorum. Sorusu olan var mı?
Müteşebbis ruhunu başarıyla atlatmış…
Konferans yöneticisi: Çok teşekkür ediyoruz.
Buyurun.
İzleyici: Hocam şimdi, herkesin bir sınırı olduğundan bahsettiniz.
Evet.
İzleyici: Çocuğun bir sınırı var. Babanın sınırı var. Fakat kişilik tanımlamalarında da babanın evlada arkadaş olarak yaklaşmasını ifade ettiniz. Burayı biraz açabilir misiniz? Arkadaş mı olmak lazım yoksa baba – evlat sınırında mı o ilişkileri düzenlemek lazım?
Şimdi karşınızdaki varlığı bir birey olarak göreceksiniz, bir insan, karar verme mercii olan bir insan. Böyle bir ilişki gördükten sonra karşımda benim beş yaşında çocuğum var, on yaşında çocuğum var. Birey. Öfkesi, kızgınlığı, sevgisi nefreti, incinmesi, kırılması, içe atması, korkmasıyla. Ben bu karşımdaki bireyi incitmeden, kimliğine ve kişiliğine saygı duyarak onunla iletişim kuracağım. Ama babalığın getirmiş olduğu sosyal bir rolümüz var. O bizim iktidar alanımız. O iktidar alanına çocuğun müdahale etmemesi gerek. Ettiği noktada burası benim alanım… Ben basit bir örnekle bunu aktarayım size. Üç yaşındayken kızımın odasına karyola aldım ben. Odasına getirdik karyolayı. Kızımı çağırdım ben. Kızım dedim, bu karyolayı nereye koyalım dedim odanda. Düşünsenize. Koskoca karyola, çocuğa soruluyor. O güne kadar öyle bir soru sorulmadı. Kızım oda senin odan. Bu odayı istediğin gibi tefriş etme, yerleştirme sana aittir. Ama diğer odalar bizim tasarrufumuz. Ama bu odada bu karyolayı istediğin yere koyabilirsin. Baba dedi bunu camın önüne koyalım. Hay hay, dedim. Camın önüne koyduk. Aradan bir süre geçti. Çocuk acaba gerçekten benim isteğimle mi oluyor yoksa dalga mı geçiyorlar diye. On beş – yirmi dakika sonra geldi. Elini böyle yaptı. Baba ya dedi camın önünde olmuyor, duvarın dibine koyalım. Tamam, kızım dedim duvarın dibine koyalım dedim. Ha! Burası cidden benim iktidar alanımmış, benim koruma alanımmış. Ha, bir gün sonra gelip benim yatağımın yerini değiştirmeye kalkarsa burası da benim odam. Sınır bu.
Bir başka örnek vereyim. Bizim hanım biraz böyle çocukların üzerine fazla düşüyor. Sorumluluk duygusunu geliştirmiyor bu düşmeyle birlikte. İlkokul birinci sınıfa gidiyorlar ve üçe gidiyorlar. Hanıma dedim ki bundan böyle bunları sen kaldırmayacaksın sabahları. Bunlar kendileri kalkacaklar. “Nasıl kalkarlar, daha küçükler.” İster kalkarlar, ister kalkmazlar. Bak bu geceden itibaren sabahleyin herkes kendi kalkacak. Anneniz kendi kalkacak işine gidecek. Ben kendim kalkacağım işime gideceğim. Siz de kendi odalarınızda kalkacaksınız. Okulunuza gideceksiniz. Gidip gitmemek, kalkıp kalkmamak size aittir. Bu tercih size aittir. Okumak istiyorsanız akşamları ..yatacaksınız. Saat mi kurarsınız, yardım mı istersiniz, birbirinizden destek mi alırsınız? Biz o kararı aldık. Ciddi ama. Oturup karşılıklı birey olarak konuştuk. Emreder gibi değil. Saygı duyuyoruz. Kararı siz vereceksiniz. Ertesi sabah, ablaya söyledim, sakın ha birbirinizi kaldırmayacaksınız. Eğer birbirinizi kaldırırsanız cezalandırırım. Herkes kendi hayatını kendi yaşayacak. Yatmak isteyen yatar. Sonuçta bunun bedelini öder. Yatarak hayat devam etmez. Bir fonksiyon icra etmesi lazım. Okula gitmese işe gider. Biz de işe gidiyoruz, ekmek parası kazanıyoruz. Abla gün sabah erken, altı – altı buçuk gibi kalktı. Kardeşi kalkmadı, küçüğü. Biz bıraktık, gittik. Tabi okul evin karşısındaydı. Bir uyandı ki evde kimse yok. Bir korku ve panik, suçluluk duygusu… Hemen üzerine giymiş, okula gitmiş. İkinci derse girmiş. Ertesi günden itibaren aradan dört yıl geçti. Herkes kendi kalkar. Bir daha tekerrür etmedi. Burada eğer o sorumluluğu verirseniz bireye birey gereğini yerine getirir. Burada baba rolüyle ben bir fonksiyon icra ettim. Ona sınır koydum. Eğer okula gitmek istiyorsan kendin kalkacaksın. Kendi kalkmış olmak, kendi elbisesini giymiş olmak ona bir gurur ve bireysel bir özerklik duygusu da geliştirdi. Muhtaç olmadı. Kendi eyleminin kendisi planlayıcısı oldu. Dersler konusunda da öyle. Negatif ders yaptığı zaman veya zayıf aldığında veya düşük not aldığında üzerinde durmam ben. Pozitif not aldığında a, aferin kızım derim. Tebrikler! Hadi kutlayalım bunu. Negatife odaklanırsanız negatif varoluşa geçer çocuk. Negatifle fark edildiğini görür. Pozitife odaklanırsanız pozitif varoluşa geçer. Pozitifle gelir sizin önünüze. Evet. Başka soru var mı arkadaşlar? Buyurun.
İzleyici: Şimdi burada bir tanımlama yapıldı, şizoit yapı. Kendi başına yaşamayı seven, problemi yok ama sosyal hareketin içinde olmak istemiyor.
Evet.
İzleyici: Bir çocuk gurup içinde olmak istemiyor, kendi başına hareket etme yönünde eğilim gösteriyorsa biz buna hangi yönden yaklaşmalıyız? Bunun içinde yaşamaya ikna edelim. Bunun içinde mutlu olacağını nasıl öğrensin? Ben bunu öğrenmek istiyorum.
Şimdi burada da anne, babaya bakıyoruz. Her şey anne babanın kopyası. Şizoit yapıysa çocuk onu kopyalamıştır. Anne babanın sosyalleşmesi lazım. Bir çocuk bana geldiğinde ben anne babayı tedaviye alıyorum. Siz sosyalleşince çocuk otomatik olarak değişiyor. Çocuk mesela çok agresif. Anne babaya bakıyorum. Anne baba da çok agresif. Anneyi babayı tedaviye alıyorum. Birkaç ay geçiyor. Kızım çok sakinleşti diyorlar. Niye? Anne- baba sakinleşti. İletişim becerisi kazandılar. Konuşabilir hale geldiler. Bir, bu nedenle olur. İkinci neden de çocuğu çok narsis bir şekilde yetiştirirseniz, yani teksin, biriciksin, özelsin diye toplum içinde o çocuğa o şekilde davranmazlar. Anne babanın davrandığı gibi davranmazlar. Davranmadığı için de çocuk kendini dışlar. Korunmak içindir, kırılma ihtimaline, incinme ihtimaline karşı. Orada da o çocuğun narsis yapısını, biricik ve tek olmadığını, paylaşım yapılması gerektiğinin öğretilmesi lazım. Kardeşlerden, yakın akraba çocuklarından başlayarak o paylaşımın, almanın ve vermenin zevkini tatmalıdır. Başka, arkadaşlar? Buyurun.
İzleyici: Çocuk mesela yatağına götürmek istiyorum, o ikide yatmak istiyordu. Biz ona karşı çıktığımızda, topu atıyoruz ve çocuğun istediğini yapmıyoruz. Siz yapmamız gerekiyor diyorsunuz.
O reel bir şey. Çamurlu topla öyle. Ama her şey…
İzleyici: Çocuğun topu, mesela yakalanmak istiyor, biz onu gerçekleştiriyoruz. İsteğini yerine getirdik. Engelleme… (Cümlenin sonu anlaşılmadı.)
Hayır, engelleyeceksin onu.
İzleyici: İşte, engellemezsek ilerde her şeyi isteyen bir kişilik ortaya çıkmaz mı?
Orada reel hayatın gerçekliği neyse onu öğrenecek. Çamurlu top yatak odasına girmez. Ha, bir gün çok ağladı diye sokarsan sistem bozulur orada. Ağlasa da zırlasa da bağırsa da net bir karar; çamurlu top, yatak odasına girmez. Zaten o bir pik yapar savunmak için iktidar mücadelesinde. Orada reel duyguyu algılar. Bir daha o teşebbüste bulunmaz. Ama siz bir seferinde baba, babaanne, dede, bu işi yamuklaştırır da hadi canım, çok ağlıyor, yanında dursun, duruversin şeklinde sistemi bozarsanız ha, bir şeyi elde etmenin yolu aşırı derecede ağlamaktan geçiyor diye yeni bir sistem örgütlersiniz. Bir şey eğer yanlışsa çocuk ne kadar tepinme içine girerse girsin asla yapmayın. Ve evdeki aile bireyleri büyükbabalar, anneanneler dede şekilde davransın. Sistem bir yara ve delik açmasın.
Konferans yöneticisi: Ben bir açıklama zorunluluğu hissettim. Zannederim hanımefendinin sorusu iki yaş dolaylarında gelişen özerklik arayışı, çamurlu topla yatağa girmek istiyor. Biz o iradenin gelişmesi için tercih yapma yeteneğin gelişmesi için ona ses çıkarmayalım mı?
Hayır. Ses çıkaracağız ve… Özerkliğini geliştirecek o kadar çok şey var ki şiir söylemesi, şiir okuması, yürümesi yani pozitif olarak yaptığı her şey özerklik perspektifinde alkışlanacak ve değerlendirilecek, negatif yaptığı şeyler görmezlikten gelinecek. Reel hayatı sizin alanınızı, reel gerçekliği iktidarıyla bozmak istediği yerleri de sert kaya gibi kıracaksınız.
İzleyici: Ergenlik döneminde cinselliğini ispat etmek için birtakım tavırlar olur dediniz. Erkekse veya kız ise. Burada erkek veya kız ahlaki boyutlarda olursa şayet bazı ölçüleri aşmaya doğru hareket ederse anne veya baba bu konuda ne yapmalı?
Şimdi, bu konu bir spektrum konusudur. Cinsel kimliğin formatının atılması toplumsal yapıyla ilintilidir. Yaşadığımız toplumsal yapı içersinde inanç ve değer yargılarınız nereye kadar izin veriyorsa bu yapı içersinde sağlıklı bir gelişim çizgisi çizilir. Mesela ABD’de cinsel kimliğin netleşmesi demek cinsel aktın olması anlamını taşır. Ama bizim toplumumuzda birisini sevmek, fantezik düzeyde, onun da beni sevdiğini düşünmek… Tamamen kendi iç dünyasında gelişen bir sistem. Ahlaki öğreti buna izin veriyorsa bu kadarda duracak. Yok, bakışmak, işte baba diyor ki Ali ile bakışıyor veya Ayşe ile bakışıyor, vay çapkın falan… Bu boyuta izin veriyor. Bir ileri aşamasında mektuplaşmak, bir ileri aşamasında el ele tutuşmak, bir ileri aşamasında öpüşmek, bir ileri aşamasında sevişmek… Sizin inanç ve değer yargılarınız hangi kategorideyse o kategori sınırdır. Burada mutlak bir reel değer yoktur. Burada birey olarak kişinin kendisini erkek hissetmesi ve karşıdaki tarafından sevilebileceğine olan inancın pekişmesi. Bunu fantezi düzeyde de yapabilir. Birtakım bu eylem planlarıyla yapabilir. Bana mesela gelen hastalarımın sosyal lokalizasyon itibarıyla, bizim çok yüklü bir toplum olmaya gidiyoruz bu manada, dini inançları çok yoğun olan gurubun içinden geldiği zaman bu cinsellik duygusu fantezik düzeyde bir sevme ve sevilme olarak… İşte Ayşe ne var, diyorum. Dershanede Ahmet var, hoşuma gidiyor diyor. Bundan biraz bahset bakalım diyor. Ama annem babam bilmesin diyor. Tamam, bilmesin. Ahmet’in de kulağına gitmesin. Tamam, gitmesin. Bunu paylaşıyor benimle. Niye? Bir dost biliyor. Sır çıkmayacağından emin. Ali ile de aynı şekilde konuşuyorum. Ali ne var ne yok? Abi, bir kız var diyor, her sabah okula onun için gidiyorum. Bu ergenlikte doğal. Ha, bunu anne, baba olarak sizin ölçüleriniz… Çocuk bunu cinsellik boyutuna taşıyor. Orada yine soğuklamayı kendi aile içindeki düzeninize bulun. Eğer biraz önce bahsettiğim perspektifte sağlıklı bir aile düzenini oluşturursanız gidip onun dışında bir modelleme yapmazlar. Oradaki ahlaki öğretiler, içsel yapılar kendini durdurur. Senin durdurmana gerek yok. ama o yapılanmada kusur varsa sırf isyan etmek anlamına, özgürlük anlamına, özerk olma anlamına annenin babanın gıcıklaştığı eylemlere yönlenir. Onun içeriği cinsellik değil on un içeriği bağımsızlık arayışı, özerklik. Cinselliği orada kullanır.
İzleyici: Dışarıdan öğrendikleri de var tabi bu arada.
Bak, aile içersinde o spektrum… Dışarıdan her şeyi öğrenebilirsin. Sen de öğrenirsin. Ama kendi sınırını kendin koruyorsun. Sadık oluyorsun. Çeşitli ilişkilere girmiyorsun. Bir düzen yapıyorsun. Çocuk için de aynı şey. Beş yaşında sistem bitiyor. Orada tamamlanmamış bir takım yapılar varsa, mesela özerklik konusunda çocuğun habire bastırılmış yapısı vardır. O zaman ne yapıyor? Anne babanın en yumuşak olduğu karnı ne? Cinsellik, ahlaki yapılar. Çocuk özellikle orada yamuk yapıyor. Bunun örneğini çok görürsünüz. Çocuğun bireysel kimliğine saygı duymayan yapılarda, ailenin çok çok önemsediği dini değerler, yargılar konusunda tam aksi kimlik geliştiren kimlikler olur. Çocukların özerkliği tanınmadığı için.
İzleyici: Gel dedim, gelmiyorum dedi. Bu tür tepkilerde…
Bu dönemlerde serbest bırakacaksınız. Tamam, kalabilirsin diyeceksin. Ardından çocuk bir pişmanlık yaşar. Yalnız kalmak da korkutur onu. Çok ister, dayıya da gitmek ister, pikniğe de gitmek ister. Ardından, on beş dakika sonra geri dönülür mesela. Ya, işte, kızım bak, istersen gidebiliriz, tamam yorgunsun, dersin var ama istersen orada çalış. Senin kararına saygı duyuyoruz, seni çok seviyoruz. Götürmek de isteriz. “Geleceksin hadi bakalım, başlarım dersine…” Bu tarz işlemez. O kararı verdiğin andan itibaren pişman olur. Çünkü gönlü sizinle beraber kalmak iletmektedir. Gerçek o. Ama “bir yemin ettim dönemem.” Bir söz verdi. O özerkliğinin sözü. Ardından bir bahane bulsam anne baba geri dönse de ah, o pikniğe o da iştirak etse. Onu böyle, yumuşak bir kuşatıcı yapıyla anne babanın pozitif bir şekilde yapması lazım. Peki, buyurun.
İzleyici: İktidar olma isteği, muktedirlik, doğuştan mıdır? Buradan giden herkesin geçme şansı var mıdır?
İktidar isteği doğuştandır. Epigenetik diyoruz. Bir yaşına girince çocuk o yürüme ve konuşmaya başladığı zaman bırak ben kendim giderim, beni yönetme, elimi tutma… Bu bütün insanlarda ortak eylem. Bu daha sonra bütün devleti yönetirim dünyayı yönetirim şeklinde katman katman gelişiyor. Ama temelde orada her şeyi kendi başına yapma içsel bir ihtiyaç, bir dürtü, sonradan öğrenilmiş bir şey değil. Bu da bir yaşında çıkıyor. Bir yaşına kadar çıkmıyor. Birle üç yaş arasında çıkıyor. Buyurun.
İzleyici: Benim kızım ergenlik yaşında. Okulda arkadaşlarıyla çok uyumlu. Fakat eve geldiği zaman… (Cümlenin sonu duyulmuyor.) Yani nasıl davranacağımızı bazı yerde şaşırabiliyoruz.
Şuanda cevap veremeyeceğim. Görmek lazım tabloyu. Farklı spektrumlar var. Evde kardeşleriyle ilişkisi nedir, sizlerle ilişkisi nedir, okuldaki durumu nedir…
İzleyici: Bir konuda benden izin almak istediği zaman ben vermeyince babasına gidiyor. Baba da izin veriyor diyelim.
O yanlış. Anne ve baba tutarlı bir yol izleyip süreci birlikte izlemek izleyip haklı gerekçelerle sizde birtakım sıkıntılar yaratacak olsa da uymanız gerekir. Haksız gerekçelerle anne baba da net bir şekilde durmalıdır.
İzleyici: Çocuğumuza doğru olan davranış şeklini göstermek için aile içindeki insanlarla tiyatro gibi bizzat yaşatarak mı daha etkili olur yoksa onu karşımıza alıp nasihat ederek, anlatarak mı?
Nasihat etmek bu kadar etkili değildir.
İzleyici: Nasıl yapacağız?
Anne baba olarak aranızdaki iletişim şekli, eşinizle olan iletişim şekli sağlıklı, akıcı, rasyonel, ben seni yendim, sen beni yendin, sen benim iktidarıma talipsin ben senin… Böyle değil de ergen erişkin erişkine dediğimiz rasyonel bir ilişkiyse çocuk bu ilişkileri zaten kopyalar ama birbiriniz üzerinde iktidar mücadelesine savaşıyorsanız gizli veya örtük veya açık çocuk burada farklı bir müesseseyi aktive eder. Nasihat… Sen yapmadığın bir şeyi nasihat etmenin faydası olmaz. Yaşamada en güzel örnek bireyin kendisi yaşamasıdır.
İzleyici: Nasihat etmiyoruz, diyalog kurmaya çalışıyoruz.
Diyalog kurarsın.
İzleyici: Bunun faydası olur mu?
Olur tabi. Yani buradaki en önemli nokta çocuğunuzu gerçekten değerli bir insan olarak görmeniz ve muhatap almanız. Yok, o bebektir, onu şöyle yapalım; o değil. O çok değerli bir insan, çok değerli bir insan. O değerli insana veya hanım kızımıza veya oğlumuza gerçekten adam gibi muhatap olup konuşabilmek, önem vermek, savsaklamamak… Buyurun.
İzleyici: Hocam iki kardeş düşünelim.
Evet.
İzleyici: Biri tamamen içine kapanık, dışarıdan arkadaş edinemiyor ve aileden de kopamıyor ve bu yüzden üniversiteyi bırakmış. Diğer kardeş liseye gidiyor. O da dışa çok açık. Arkadaşlarıyla çok muhatap. Bu da bu yüzden okulu bırakmış. Şuanda ikisinin de istikbali yıkılmış. Şimdi anne – baba bu şeyde ne yapacağını şaşırmış durumda. Ama anne çok düşkün. Şuanda sofralarını önüne getiriyor, yataklarını kendi kaldırıyor. Bir altını vermediği kalıyor. Şimdi nasıl davranmalı?
Önce anne tedaviye gelmeli. Kişilik yapısı değiştirilmeli. Çocuklar, aileler terapiste gitmeli ve yanlış olan şeyler düzeltilmeli. Bundan sonra mümkün olabilecek. Buyurun.
İzleyici: Benim beş yaşında bir kızım var. … Ve hocasına çok soru soruyor. Yani her şeye soru soruyor.
Aferin.
İzleyici: Çok soru soruyor diyor. Ve bir de en sevdiği arkadaşının yaptığı şeyleri taklit ediyor diyor. Bu ilerde çocuğum bağımlı bir kişilik mi olur?
Yok. O kötü bir şey değil. Soru sorması kötü bir şey değil. Beğendiği bir arkadaşını taklit etmesi de rol denemeleri. Sadece o olmuyorsa, onun kopyası olmuyorsa olumlu bir şey.
İzleyici: Altı yaşına kadar …(anlaşılmadı) diye okumuştum ben bir yerde. Onlar da tehlikeli olabilir. Bağımlı kişilik olabilir. Hep başkalarını taklit, yaptığı şeyleri, kendine özgü değil de.
Sadece o hanım arkadaşının kız arkadaşının davranışını taklit etmekten çıkıyorsa ki bu bağımlı değil daha güzel hareketlerini görürsün. Ya ablasına bağlıdır ya kardeşine bağımlıdır ya annesine bağımlıdır. Ama böyle bir şeyden bahsetmiyorsun. Bu doğal bir süreçte intröjeksiyon, içe alım, onu birtakım özelliklerini içselleştirme süreci değerlendirilmesi…
İzleyici: Soru sorması…
Normal.
İzleyici: Karşısındaki insan…
Karşıdaki yoruluyor yani. Onun sabırlı bir şekilde cevap vermesi gerekir. Onun sıkıldığını, bunaldığını gördükçe ısrarla sorar. O da tacizdir.
İzleyici: Ben bir problem var mı demek istiyorum.
Değil. Sorulara cevap vereyim. Arka taraftan biri vardı. Buyurun.
İzleyici: Hocam benim eşim pazar günleri de çalışıyor. Biri yedi yaşında, biri dört yaşında iki tane çocuğum var.
Erkek, kız?
İzleyici: Büyüğü erkek küçüğü kız. Kızım üç senedir niye babamla bir şeyler yapamıyoruz, niye Pazar günleri çalışıyor. Herkes tatili de bizim değil. Baba da çok yorgun stresli geliyor. Pazar günleri de bu böyle. İki arada kalmış bir vaziyetteyim. Bir de yedi yaşında kızım var. Aynı yaştaki kız arkadaşıyla müstehcen oyunlar oynadığını fark ediyoruz. Ben ne diyeceğimi, nasıl onunla konuşacağımı ürkütmeden, bilemiyorum.
Bunun yanlış olduğunu söyleyeceksin. Üstüne fazla gitmeyeceksin. Zaman zaman görmezden geleceksin. Doğal bir süreç.
İzleyici: Bir de ilk soruma da cevap alabilirsem…
Babanın biraz daha çocuklarla ilgilenecek duygusal olgunluğa gelmesi lazım. Her şey para kazanmak değil.
İzleyici: Ben gelene kadar kesinlikle yatmış olsunlar diyor.
Erken gelmesi lazım. Babanın çocuklarla ilgilenmesi lazım. Babanın bu konuda iç görü kazanması lazım. Senin yapacağın bir şey yok bu konuda.
İzleyici: Teşekkürler.
Buyurun.
İzleyici: Ben konuşmanın başından beri söylediklerinizin yüzde doksanına katılıyorum. Sadece bir şeye katılmadım. O da insan, anne ve babasının yardımı olmadan yaşayan birçok canlı olduğunu söylediniz. Ben buna katılmıyorum. Birçok canlı anne ve babasının yardımı olmadan yaşayamaz. Soruma geçiyorum. Sorum da şu: Biz anne – baba olarak verdiğimiz birçok değeri… Negatif yayınlar yapan çevremiz var: Televizyon, başka yayın araçları, internet… Bunları çocuklarımıza yasaklamak, onlardan uzaklaştırmak çok kolay bir şey değil. Birçok akademisyen işte elinizde kumanda var, kumandaya basın, istemediğiniz programları izlemeyin gibi bir yaklaşım içinde. Ben buna da katılmıyorum. Çevrenin çocuk hayatında bizim değer verdiğimiz şeylere küfreden bir çevrenin akşama kadar 24 saat, giderilmediği sürece ben olumlu bir gelişme sağlanacağına inanmıyorum. Siz bu konuda ne öneriyorsunuz?
Şimdi konuşmamın başında ifade ettim. İnançlarla bilgiyi ayrıştıralım dedim. Ben bilgiyi konuşacağım dedim. Burada bahsettiğim şey sağlıklı bir kişiliğin oluşmasında mekanizmaları anlatıyorum. Yetileri anlatıyorum. Bu mekanizmalar sağlıklı bir kimlik, özerk bir kimlik geliştirir şekilde anne – baba tarafından ele alınırsa daha sonra çocuk ister Mecusi olur, ister ateşperest olur ister Hıristiyan olur, ister Müslüman olur. Ama mekanizması bozuksa inanç ve değer yargıları da o mekanizmaları tamir etmede kullanılan bir araçtan öteye gitmez. Yani iradeyi cüziyesini kullanamayan birtakım zayıflıklarla donanmış bir bireydir. Şimdi senin söylediğin olay sağlıklı bir birey geliştirdik. Toplumsal olarak çevresel faktörlere bağlı benim değer yargılarıma uygun bir toplumda yaşamasını arzu ederim. Bu tamamen sosyolojik ve siyasi tercihlerle ilintili. Bizim ilgi alanımızın dışında olan bir şey. Biz burada oturan arkadaşlarımızdan Yahudi olan olabilir, Hıristiyan olan olabilir, ateist olabilir. Hepsi değerli birer varlıktır ve insandır. Onların her birinim sağlıklı bir şekilde kimlik ve kişilik kurmasını arzuluyoruz. Daha sonra siyasi ve dini inançlarını nasıl tercih ederse hepsine bu manada saygı duyuyoruz. Biz size mümkün olduğu kadar burada sağlıklı bir birey nasıl yetiştirilir; onu anlatmaya çalıştık. İşte çocuğun özerkliği, top örneği, yeşil kazak örneği, alanlarının işgal edilmemesi, korunması… Diğer konular ergenlikten sonra kişinin siyasi ve ideolojik olarak karar verecek kendi iradesiyle tercih edeceği konulardır. Bu manada kendisini olgun şekilde yetiştirmiş, sağlıklı bir kimlik içerisine gelmiş birey kendisini tehlikelerden koruyabilir. Gönül arzu eder ki kişiyi negatife götürecek, nefsanî arzularını tahrik edecek birtakım sistemleri olmasın. Olsa bile sağlıklı gelişmiş ve her yerde kaya gibi, taş gibi durabilsin.
Konferans yöneticisi: Teşekkür ediyoruz.
Peki, arkadaşlar, çok çok teşekkürler.