Ebeveynler – Genel Bir Bakış

James F. MASTERSON, M.D.

Fikirlerini esasen ataerkil bir kültürde geliştirmiş olan Freud, duygusal sıkıntıların merkezinin ödipal safhada yer aldığına işaret etmişti ve bu sıkıntıları kastrasyon (iğdiş edilme) kaygısına bağlamıştı. Baba figürü ve ödipal döneme yapılan bu vurgu, psikanalizin gelişiminde ve genel anlamda duygusal hastalıkların daha iyi anlaşılmasında çok önemli bir yer tutar ve aynı zamanda Borderline hastanın yaşadığı sıkıntıları merkezinin üzerine de bir sis perdesi örtmüştür.

Bu hastaların aileleri, ataerkil değil, anaerkil. Baskın figür anne ve sorunların merkezi de kastrasyon ve ödipal dönemde değil, oral dönemde, annelikle sürecine bağlı olan problemlerde ve anneyle olan simbiyotik ilişkiden ayrılma/bireyleşme eyleminde yatıyor.

Hastalarımızın annelerini muayene ettiğimizde, onların da kendi çocukları gibi, yaşamlarının erken dönemlerinde aynı sorunlarla karşı karşıya geldiklerini gördük. Onlar da Borderline sendromuna yakalanmışlardı. Bir borderline anneye sahip oldukları için, hastalarımız da ayrılmayı beceremedikleri bir simbiyotik ilişki içinde sıkışıp kalmışlardı. Karakter yapıları oral takıntılı halde kalmıştı ve simbiyotik seviye dışında herhangi bir ilişki kurma becerisine sahip değillerdi. Anneler kendi terk edilmişlik hislerine karşı savunma yapmak adına, çocuklarına yapışmışlardı. Hayatın ilk senesinde çok önemli olan bu bebekle kurulan simbiyotik ilişki, çözülmesinden sonra lokomosyon, bağımsızlığa doğru hareket etme ve ayrı bir kimlik kurulmasına yol açmasını gerektiren o bir yıldan sonraki zamanlar da patolojik bir biçimde devam ettirilmişti.

Anne için, ayrılma terk edilme demekti ve bebeklik ve büyüme çağında kendi annesinden ayrılmayı beceremediği gibi, kendi oğlu ya da kızının da kendisinden ayrılmasına tahammülü olmadığından tarih onun için tekerrür ediyordu. Annenin bu yapışması da çocuğun olgunluk ve kendi kendisini farklılaştırmasına da engel teşkil ediyordu.

Bu hastaların babaları ailenin reisleri olarak önemli roller oynamıyorlar ve bu yüzden de oğlan çocuğunun erkekliğini geliştirirken özdeşleşebileceği, kız çocuğunun da kadınlığını geliştirirken bağ kurabileceği, uygun bir erkek figürü olamıyorlar. Babanın, anne-çocuk simbiyozunu kırmaya yardımcı ikinci bir sevgi nesnesi olarak önemli rolü hasar görmüştür ya da yoktur. Bu yüzden de çocuk, anne-çocuk simbiyozunun çözülmesine yardımcı olabilecek başka bir kaynaktan da men edilmiş oluyor.

Kendisi de bir borderline hastası olan ve kendi yaşadığı gelişimsel zorluklarını çözebilmede başarısız olmuş baba, bir tatmin imkanından ziyade karısıyla olan bağımlı ilişkisine karşı bir tehdit olarak gördüğü babalık kavramının olgun taleplerini yerine getiremez. Aslına bakarsanız, kendi toyluğu, bu tatmini algılamasını ve ondan zevk almasını engeller. Gelgelelim, bu sorumluluklarıyla bir şekilde karşı karşıya gelmek zorunda kalacaktır. Baba, bu çelişkiyi, babalık görevlerini yerine getirmeyi bırakacak; ve kızgınlık ve hayal kırıklığıyla başa çıkmak adına altan alta pasifliğe ve/veya mesafe koymaya doğru geri çekilecektir. Aynı zamanda, babanın bu pasifliği, eşinin hayal kırıklığı ve kızgınlığını da derinleştirir ve destekleyici olmayışı da annenin çocukla simbiyotik bir ilişki kurma ihtiyacını ateşler. Bu şekilde baba, sevgi kapasitesi işlemez bir halde, karısına ihtiyacı olan sevgiyi veremez ve anne de daha fazla tatmin için çocuğundan medet umar.

Devamı için tıklayınız

There are no comments yet.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked (*).

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>