Bütüncül bir ilişkisel psikoterapi modeli için önsöz
Entegrasyondan bahsederken, “bütüncül” teriminin pek çok tanımı ve kullanım alanı vardır. Genel olarak, terim, psikoterapide örnekleyen veya kavramsal olarak tutarlı, ilkeleri belli iki veya daha fazla yaklaşımın kombinasyonuna doğru giden veya yeni bir meta-teorik entegrasyon modelini temsil eden her türlü yönelime atıfta bulunur. Literatürde genellikle “entegrasyon” ve “eklektizm” arasında bir ayrım yapılır; entegrasyon kapsamlı ve iç tutarlılığı olan bir süreç olarak kabul edilirken, eklektizm genellikle belirli bir durumda “işe yarayan” her türlü yöntem arasından, orjinal yaklaşıma teorik olarak uygunluk veya teorik tutarlılık derdi gütmeksizin, gelişigüzel bir seçim yapma olarak tanımlanır. Oysa, pratikte çoğu klinisyenin kullandığı bütüncül yaklaşımdaki dinamik tarza bakıldığında, ikincisi, kişinin geliştiği, değiştiği ve zaman içinde kendine has bir çalışma tarzı geliştirdiği sürecin aşamalarından biri olarak görülebilir. Bu gelişim süreci içinde çoğumuz “ hastanın ihtiyaçlarına göre farklı yaklaşımlardan yararlanırım” dediğimiz bir aşamadan geçmişizdir. Bu gelişim süreciyle ilişkili olarak Norcross ve Goldfried’un entegrasyon hakkında yaptığı yorum şudur: “Temel ayrım ampirik pragmatizm ile teorik esneklik arasındaki farka dayanır. Entegrasyon, eklektizmdeki çok çeşitli süreçlerin pragmatik bir harmanlanmasının ötesine geçen bir kavramsal ve teorik yaratım taahhütünde bulunur” (Norcross ve Goldfried, 1992, sf. 12). Bu kitabın amacı, okuyucuya, farklı hasta ihtiyaçlarına uygun yaklaşım esnekliğini içinde barındıran yaratıcılıkta ve ilişki paradigmasına dayalı bir entegrasyon modeli için çerçeve sunmaktır.
Birinci bölümde entegrasyonun felsefi temeli gözden geçirilmektedir. İkinci bölümde entegrasyonun tarihi ve entegrasyon sürecinin alanda nasıl kavramsallaştırıldığı incelendikten sonra üçüncü bölümde bütüncül yaklaşımın psikoterapideki kullanımına bakılmaktadır. Dördüncü bölümde, kendilik ve kendilik-gelişimini farklı boyutlarıyla inceleyen bir yaklaşıma dayalı gelişimsel-ilişkisel entegrasyon modelimizi sunuyoruz. Beşinci bölümde ise psikoterapi sürecine, ilişki-içinde-kendilik yaklaşımıyla bağlantılı öznelerarası bütüncül (intersübjektif entegratif) bir yaklaşımdan bakılmaktadır. Altıncı bölümden dokuzuncu bölüme kadar modelimizin terapötik pratikte uygulanışı ile ilgili vaka örnekleri verilmiş, onuncu bölümde ise aynı süreçler süpervizyon açısından incelenmiştir. 11. bölümde bütüncül psikoterapistlerin klinik eğitimi ile ilgili meseleler tartışılmakta ve bütüncül psikoterapist olabilmek için gerekli temel yetkinlikler ile ilgili bir liste sunulmaktadır. Son olarak 12. bölümde ise, alanda çalışan bütüncül psikoterapistleri etkileyen bazı mesleki endişeler gözden geçirilmektedir.
Bizin entegrasyona yaklaşımımızda, farklı yaklaşımlar veya yaklaşım kombinasyonlarının ortaya konulması önemlidir ancak öncelikle bütün psikoterapilerlerde ortak olan özelliklere, özellikle de terapötik ilişkinin merkeziliğine vurgu yapılır. Entegrasyona getirilen bu ilişkisel yaklaşım, hasta ve terapist tarafından yeniden yaratılmış öznelerarası bir alanda, içinde gelişim ve sağaltımın gerçekleşebileceği taşıyan/tutan (holding) bir çevre sağlamanın önemini doğrulamaktadır. İlişkiyi yeniden yapılandırmaya yapılan bu vurgu, terapiyi “iki-kişilik” bir süreç olarak gören bir yaklaşımla ele aldığımızı göstermektedir. Bu yaklaşıma göre, terapi, her iki katılımcının da, ortak bir ilişkiye katkıda bulunduğu ve karşılıklı bir etkileşimin gerçekleştiği nazik bir dans halidir.
Burada değişimin mimarı olarak hastanın konumunu vurgularken, aynı zamanda terapistin ilişkideki varlığının kalitesine önem veriyoruz. Terapötik süreç zincirleme bir çaba olarak ve her terapötik ilişki kendine özgü ikili niteliği açısından biricik görülür. Terapötik ilişki her zaman belirli bir toplumsal, politik, tarihsel ve tinsel bağlamda gerçekleşir. Bu bağlam, insanların arasındaki etkileşimin doğasını belirler. Bu nedenle biz, terapötik ikiliğin yer aldığı daha geniş bağlamı bütün boyutları ve karmaşıklığı ile ele alırız. Bu yaklaşım, terapötik sürecin merkezine terapötik ilişkiyi koyar, aracısız, doğrudan bir karşılaşma olan bu ilişki sürekli değişim yaşanan bir alanda kapsayıcı bir işlev görür. Bu süreçte, teknik ve stratejilere dair yaratıcılık için alan açmak önemlidir çünkü bunlar ilişkisel bağlam içinden çıkarlar ve organik olarak terapötik süreci kolaylaştırırlar.
İlişkisel-gelişimsel yaklaşımımızda bizi entegrasyona götüren temel kavram “gelişen kendilik”tir. Burada ilişki-içindeki-kendilikten söz ediyoruz çünkü kendilik ve çevre ayrılmaz bir şekilde ilişkilidir ve birbirleriyle bağlantılıdır. Kişinin, yaşamı boyunca, farklı gelişim evrelerinde yeni ilişkiler ve yeni zorluklarla karşılaştıkça, “kendiliğinin” gittikçe karmaşıklaşan bir şekilde geliştiğini ve evrildiğini düşünüyoruz. Temel olarak ilişki-içindeki-kendiliğe odaklanıyoruz çünkü kişinin çevresinden bağımsız varolamayacağını veya gelişemeyeceğini düşünüyoruz. Kohut (1977) ve onu izleyen kendilik psikologları gibi biz de, “kendilik” deneyimimizin biricikliği ile kişiliği örgütleyen temel şey olduğunu düşünüyor, bir taraftan da etrafımızdaki doğal hayat ve insanlıkla aramızda bir köprü oluşturduğuna inanıyoruz. Hepimiz, kendimizle, ötekilerle ve dış dünyadaki canlı cansız varlıklarla kurduğumuz ilişkilerimizde bir istikrar sağlayabilmek için sürekli bir “tutarlı kendilik” yaratmaya ve korumaya çalışırız.
İlişki-içinde-kendilik kavramını geliştirirken, kendilikle ilişkiye dair altı farklı alana bakıyoruz:
1.Biyolojik alan: kendiliğin bedenle ilişkisi. Bu ilişki “Benim, kendimin kendi bedenimle ilişkim”. Burada kişinin kendilik deneyimine yaşayan, nefes alan bir mevcudiyet olarak bakarız; kişi kendi bedenini nasıl hareket ettiriyor ve kendi bedensel kendiliği ile ilişkisi nedir.
2. İntrapsişik alan: Kendiliğin kendilikle ilişkisi. Bu, kişinin iç dünyasındaki deneyimleri ile ilgilidir; kendiliğin farklı kısımlarının birbirleriyle diyalogları, bunların nasıl yapılandığı ve zaman içinde nasıl geliştiğini inceler.
3. Kişilerarası alan: Kendiliğin ötekilerle ilişkisi. Burada kişilerarası ilişkilere ve ötekilerle ilişkilerimizi nasıl düzenlediğimize bakılır. Bağlanma süreci ile erken dönem ilişkilerinin öznelerarası, karşılıklı etkileşim içinde olan niteliğinin yaşamın ilerleyen dönemlerinde ilişki kurma tarzını ve kendilik-nesnesi ihtiyaçlarını belirlemesi üzerinde durulur.
4. Kültürlerarası ve bağlamsal alan: Kendiliğin içinde bulunduğu bağlamla ilişkisi. Burada kendilik deneyimimizin bağlamla ne kadar içiçe geçtiğine bakılır. Sürekli gelişim içinde olan kendilik üzerindeli sosyal, politik, tarihsel, ekonomik, kültürel ve örgütsel etkiler incelenir.
5.Ekolojik alan: kendiliğin fiziksel çevre ile doğa ile ilişkisi. Burada kişinin doğal hayat ile kurduğu ilişkiye bakarız, doğaya gösterdiği duyarlılık veya duyarsızlığının kendi varoluşunu nasıl etkilediğini inceleriz.
6. Transandantal alan: Kendiliğin kişilerüstü ve ruhani dünya ile ilişkisi. Burada insanın kendi varlığını aşan daha büyük bir anlam arayışını ve kişinin ruhani kendiliğini geliştirme yollarını inceleriz.
Yaşam boyu gelişim gösteren ilişki-içindeki-kendilik hakkındaki tartışmamızın merkezinde, Buber’in (1996) “I-Thou” ilişkisi kavramı vardır. Bu ilişkinin, sağlıklı bir canlı ve tutarlı kendilik gelişimi için elzem olduğunu düşünüyoruz. Bu tarz bir ben-sen ilişkisel sürecinde kişi, kendine de ötekine de karşılıklı bir etkileşim içinde değer verir. Bu saygılı karşılıklılık olmadığında, kişi utanç duygusu ve kendiliğin dağılması tehlikesine açık hale gelir. Bu anlamda, modelimizin kendi-öteki ilişkisinde meydana gelen yoldan sapmalar ve bunların birey üzerindeki etkileri üzerine de söyleyeceklerimiz var. Sonra da bu sapma veya noksanlıkların verimli bir terapötik ilişki içinde nasıl sağaltıldığına bakacağız.
Not: Bu metin Kenneth R. Evans ve Maria C. Gilbert’in Bütüncül Psikoterapiye Giriş Kitabından Tercüme edilmiştir.
Tercüme: Psikoterapi Enstitüsü Çalışanları