Teorik ve Klinik Bakış Açısı

Aaron T. Beck

Bölüm 1

Anksiyeteyi Tepetaklak Etmek: Genel Bir Bakış

Anksiyete Paradoksu

Başarılı bir keman virtüözü bir dinleyici kitlesi önünde çalmaya başladığında birden parmaklarının kasılıp kaldığının farkına varır.

Bir öğrenci bir sözlü sınava girdiğinde birden hafızasının bomboş olduğunun ve söyleyecek kelime bulamadığının farkına varır.

Bir tıp öğrencisi katıldığı ilk ameliyatta kendinden geçip bayılıverir.

Bu aksiliklerin her biri, yaygın biçimde anksiyete (kaygı hali) olarak nitelenen durumun özelliğidir. Akutanksiyetenin (ya da korku reaksiyonunun) paradoksal niteliklerinden birisi, kişinin en çok korktuğu ya da nefret ettiği şeyin istemeyerek başına geliyor olmasıdır. Aslında, istenmeyen bir durumun gerçekleşeceği korkusu söz konusu olayın gerçekleşme ihtimalini güçlendirir gibi gözükmektedir.

Anksiyete (ya da korku) reaksiyonunun, kişinin gerçekleşmesinden en çok korktuğu tüm bu şeylere nasıl yol açar gibi gözüktüğünü kavrayabilmek için, kalabalığa hitap etme korkusu olan bir üniversite hocasının şu anlattıklarını derinliğine düşünelim:

Dinleyicilere hitap etmek için ayağa kalktığımda, iç ahengimi yitirmemek için ve her şeyin yolunda gitmesi için zihnimin ve sesimin tam anlamıyla vazifelerini yerine getirmelerini beklerim. Fakat birden kalp çarpıntısı başlar, patlamaya hazırmışım gibi göğsümün üzerinde bir basınç hissederim, dilimin düğümlendiğini ve ağırlaştığını, zihnimin bulanıklaştığını ve birden içindeki her şeyin uçup gidiverdiğini düşünürüm. En son ne söylediğimi ve şimdi ne söylemem gerektiğini artık hatırlamam mümkün bile değildir. Nefesim tıkanmaya başlamıştır. Güçlükle lafları ağzımdan çıkarmaya çabalarım. Vücudum sağa sola gitmeye ve ellerim titremeye başlar. Artık neredeyse terden sırılsıklam olmak üzereyimdir ve bulunduğum platformdan yuvarlanmama ramak kalmıştır. Dehşete düştüğümü hissederim ve utançtan yerin dibine geçerim.

Bu parçada hemen hemen bütün vücudun etkilendiği bir korku vakasına şahitlik ediyoruz: (1) fizyolojik sistem kendisini terleme, artan kalp ritmi ve sersemlik ile gösterirken; (2) bilişsel sistem “büyük ihtimalle kendimden nefret edeceğim” tahmininde bulunmakta; (3) güdülenme fonksiyonu mümkün olduğunca travmatikbir durumdan uzak olma arzusunda; (4) hissi işleyiş dehşetin öznel duygulanımında; (5) ve davranışsal açıdan da vücudun sağa sola salınıp durması ile konuşma ve düşünmeden alıkoyulma durumunda kendini gösterir. Bu örnekte olduğu gibi, tam bir psiko-biyolojik reaksiyon rahatsız edici olmanın yanında kişinin isteği dışında gönülsüzce gerçekleşir ve hafifleyene değin kişiyi kısmen kontrolü altında tutar.

Doğa bizlere normal şartlar altında mükemmel bir biçimde işleyen bir sinir sistemi bahşetmiştir. Peki, bu sistem niçin tam da verimli olarak çalışmasına en çok ihtiyaç duyduğumuz durumlarda aleyhimize işlemektedir?

Bu soruya bir noktaya kadar, kısmî bir tepki olarak anksiyeteye eşlik eden semptomların değişik durumlara uyabilme yeteneklerini yani çok yönlü oluşları ve sadece belirli şartlar altında bir soruna yol açabildikleri cevabını verebiliriz. Bir başka açıklama ise; tarih öncesi atalarımız için geçerli olan semptomlarınbizim için artık böyle olmadığı olabilir. Son olarak da, kimi durumların önemini abartma konusundaki eğilimimiz –bu durumları ölüm kalım meselesi olarak görmek- tehditlerle baş etmeye çalışan mekanizmalarımızı gereğinden fazla harekete geçirir ve böylece fonksiyonlarımız olağan görevlerini yerine getiremez hale gelir. “Evriminanksiyöz genleri gözettiği” söylenir. Bir belirsizlik durumunda tehlikeyi ıskalayan “yanlış olumsuzluklar” yerine, “yanlış olumluluklar”a (yanlış alarm) sahip olmam yeğdir. Çünkü bir yanlış olumsuzluk durumunda gen havuzundan elenmemiz işten bile değildir. Bir bakıma, neslin varlığını devam ettirmenin bedeli huzursuz bir ömür olabilir.

Anksiyete ya da korku reaksiyonlarının gizini çözebilmek ve öznel anksiyete halinin yanında ne gibi faktörlerin söz konusu olduğunu görebilmek için akut anksiyete tanısı konulan klinik bir örneğe bakalım: Kırk yaşlarında bir adam Denver yakınlarında bir yere kayak yapmaya gider. Kayak sırasında bir yamacın başına geldiğinde adamda nefes darlığı, aşırı terleme, baygınlık hali ve halsizlik baş gösterir. Üşüme hissi ve kontrol güçlüğü de bu semptomlara eşlik eder. Herhangi bir nesneye odaklanmakta güçlük çekmekte ve ciddi biranksiyete haline kapılmaktadır. Bütün bu semptomlar ise bir gerçekdışılık hissinin etrafında döner. Adam öylesine çökmüş bir vaziyettedir ki yamaçtan aşağıya bir sedyede indirilip hemen hastaneye yetiştirilmesi gerekecektir. Hastanede yapılan fiziksel muayenede herhangi bir anormallik bulunmayınca kendisine “akut anksiyete atağı” geçirdiği söylenir.

Ne çeşit bir psikolojik rahatsızlık bu adamın fizyolojik ve psikolojik sistemlerinde böylesi mutlak bir düzensizliğe neden olacak kadar güçlü olabilir? Bu sorunun cevabının ipuçları, adamın düşünce ve hayal dünyasında bulunabilir. Yamaçtaki kayak sahnesine geri dönersek, adamın şöyle bir düşünceye kapıldığına şahit oluruz: “Eğer burada bir kalp krizi geçirirsem bana acil müdahale yapılması mümkün olmaz”. Nefes darlığı ve diğer semptomlar başladığında ise adam “Bu kesinlikle bir kalp krizi olmalı, demek ki ölmek böyle bir şeymiş” diye düşünür.  Ardından kendisini hastanede bir yatakta hayal eder; yüzünde sıkıca oturtulmuş bir oksijen maskesi vardır, kollarından serum hortumları sarkmaktadır ve beyazlar içindeki doktorların biri gitmeden diğeri gelmektedir. Adam, kafasında kendi yarattığı bu hayal her gözünün önüne geldiğinde şikâyetlerinde akut bir artış deneyimler. Gerçekte, bulmacadaki kayıp parça adamın bilişiyle ilgilidir; soğuk ve oksijen bakımından fakir ortama vücudunun gösterdiği normal fizyolojik tepkiyi hayatını tehdit edici bir durum gibi yorumlamaktadır.

                Kahramanımızın başından geçen bu talihsizliği bütün yönleriyle kavrayabilmek için, onun yaşantısının tümüne bakmamız gerekir. Öyle görünüyor ki, herhangi bir organik bozukluk olmadığını gösteren bütün testlerden sonra, kimi psikolojik eğilimlerin kurgusunda derin bir reaksiyon ortaya çıkmıştır. Bu noktada adamın daha önce yüksek dağlarda defalarca kayak yaptığını ve başlangıçta yukarıdaki semptomlara benzer semptomlara her defasında maruz kaldığını söylemekte yarar var. Daha önce de bu tip hava koşullarında kayak yaparken genelde göğüs ağrısıyla birlikte seyreden ve özellikle kayak yapmaya başladıktan bir süre sonra başlayan nefes darlığı çekmişti. Yine, üşüme hissi ve terleme adamın başına ilk kez gelen durumlar değildi.

                Yamaçta kayak yaptığı sırada başına gelen bu son durumu özel kılan şey ise ailesinde kısa zaman önce yaşanan bir kayıptı. Kendisinden on yaş büyük ağabeyi birkaç hafta önce bir kalp krizi sonucu ölmüştü. Adamın yamaçta düşündüğü şey kardeşinin ölüm sebebi etrafında şekillenmişti, “Eğer kardeşimin başına gelmişse neden benim de başıma gelmesin! …Kardeşim bu tip bir efor sarfından sonra kalp krizi geçirmişti, demek ki ben de geçirebilirim.” Bu yüzden, maruz kaldığı semptomlara en makul açıklamayı getirmek yerine (soğuk ve oksijen bakımından fakir bir ortamda kayak yaptığıyla ilgili olarak), bu semptomları en çok korktuğu şey üzerinden yorumlar; ölümcül koroner yetmezlik.

                Hastayı bu olaydan bir hafta sonra gördüğümde yamaçta başından geçen bu tecrübenin bütünüyle anlaşılmaz olduğunu belirtmişti. Hastanın düşüncelerinin doğasını tam olarak kestirebilmek için krizin en had safhada olduğu andan hemen önce aklından ne geçirdiğini sordum. İlk başta hatırlamakta zorlandı. Göğüs ağrısını hatırladığında ise sanki beyninde bir şimşek çakmış gibi söyleyiverdi: “Bu bir kalp krizi olmalı, tıpkı kardeşimde olduğu gibi”. Sonra bir yoğun bakım ünitesinde olduğunu ve kendisine kalp masajı yapıldığını hayal ettiğini söyledi.

                Nitekim anksiyete durumlarında can alıcı unsur, sanki bir refleksmiş gibi bir anda beliriveren ve bir imge veya otomatik düşünce biçimini alan bilişsel bir sürecin varlığıdır. Bu bilişsel süreç oldukça makul görünen tetikleyici bir uyaranla birlikte başlar (mesela nefes darlığı) ve bir anksiyete dalgası tarafından takip edilir. Kayıp halka bulunduğunda ise anksiyeteyi başlatan esrarengiz uyaran ortaya çıkmış olur. Elbette spesifik bir imge veya düşünce her zaman tanımlanamaz. Yine de, böyle durumlarda bir tehlike durumu ile bir arada anlamlı hale gelen bilişsel bir düzeneğin harekete geçirildiği sonucunu çıkarmak mümkündür.

Kitabı Satın Almak İçin Tıklayın 

There are no comments yet.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked (*).

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>