Bu bölüme başlamadan önce, Ağustos 1956’da APA’nın Kongresinde ADDT (Akılcı Duygusal Davranış Terapisi) hakkında yazdığım ilk makalede ve 1962 yılındaki Psikoterapide Mantık ve Duygu adlı makalede tekrarladığım bir konuya vurgu yapmak istiyorum.
Bilişsel Psikoterapiler
Bu bölüme başlamadan önce, Ağustos 1956’da APA’nın Kongresinde ADDT (Akılcı Duygusal Davranış Terapisi) hakkında yazdığım ilk makalede ve 1962 yılındaki Psikoterapide Mantık ve Duygu adlı makalede tekrarladığım bir konuya vurgu yapmak istiyorum.
REBT her zaman yapıcı (konstrüktivist) veya seçim odaklı bir terapi olmuştur. Epictetus’ta tarafından iki bin yılı aşkın bir süre önce aşağıda görüldüğü şekilde ifade edildiği gibi, kısmen Stoacı varsayımcılığıizlemiştir: “İnsanlar başlarına gelen olaylardan değil, bu olaylara bakış açılarından rahatsız olmuşlardır.”Gautama
Direnci Kırma (Overcoming Resistance) konusunda on yedi yılı aşkın bir süre önce yazdığım ilk yazıdan beri, psikoterapi alanında hatırı sayılır bir “gelişme” oldu. Gelişme kelimesini tırnak içerisine aldım, çünkü daha sonra da değineceğim gibi bu alandaki yeni bulguların çoğu ve geliştirilmiş olan yeni teknikler genellikle yıllar ve hatta yüzyıllar önce başlatılmış olan eski konulara ilişkin değişiklikler niteliğinde.
Kişilik bozukluğunun bilişsel kavramsallaştırmaları çok yeni ve son zamanlardaki başarılı bir rapordan elde edilmiş sınırlı bir araştırmadan ibaretti. İşlevsiz bilişler ve kişilik bozukluğu arasındaki genel ilişkiyi inceleyen iki eski çalışma vardır.
Yirmi seneden daha uzun bir süre önce Aaron T. Beck ve meslektaşları Depresyonun Bilişsel Terapi (CognitiveTherapy of Depression) adlı kitabı yayımladılar ve bundan sonra bilişsel terapi gittikçe artan bir hızla gelişmeye başladı.
Farklı kişilik bozuklukları hastalarının terapisi, klinik literatürde psikoterapi tarihinin ilk kayıtlarından beri tartışılmaktadır. Freud’un klasik vakası Anna O (Breur ve S. Freud, 1893-1895/1955) ve “Rat Man” (Freud, 1909/1955) vakaları kişilik bozukluklarında güncel olan tanı kriterleri ile yeniden tanımlanabilir.
Anksiyete ve korku birbirlerinden, ilki duygusal bir sürece işaret ederken ikincisinin bilişsel bir süreç olması ile ayırt edilebilir. Korku, tehdit edici bir uyarana karşı zihinsel bir kıymet biçmeyi, değerlendirmeyi içerirken, anksiyete bu değerlendirmeye verilen duygusal tepkiyi içerir.
Anksiyete görüngüsü asırlar boyu yazarların ilgisini çekmiştir. Son yıllarda, Leonard Bernstein’ın “Anksiyete Çağı” senfonisini haklı çıkarırcasına, anksiyete konusunu ele alan bir yayın furyası başladı. Değişik öğrenme yöntemleri ve psikanalitik teoriler tarafından anksiyeteye atfedilen merkezi rol, anksiyetenin normal veya anormal davranışlardaki önemine işaret etmektedir.
Başarılı bir keman virtüözü bir dinleyici kitlesi önünde çalmaya başladığında birden parmaklarının kasılıp kaldığının farkına varır. Bir öğrenci bir sözlü sınava girdiğinde birden hafızasının bomboş olduğunun ve söyleyecek kelime bulamadığının farkına varır.
A.Ellis Bilişsel Psikoterapisi